Son yirmi yılın devrimlerinden birisi hiç şüphesiz kütüphanecilik alanındaki zihniyet değişimidir. Daha önceleri “devlet kurumlarından bir kurum” anlayışıyla hizmet veren kütüphanelerimiz -özellikle son 10 yılda atılan adımlarla- âdeta birer yaşam alanı hâline geldi. Bizim gibi kütüphanelerden yetişen neslin gözü önünde gerçekleşen bu devrimi yeni nesillerin fark etmesi zor olabilir. Nitekim bizim lise çağlarımızı geçirdiğimiz 90’lı yılların kütüphaneleri ile şimdinin kütüphanelerini karşılaştırdığımızda ortaya çıkan manzarayı ancak “sessiz bir devrim” olarak nitelendirebiliriz.
Bir milletin medeniyet seviyesi en çok da kütüphanelerinden belli olur. Kitaba ve kütüphaneye verilen değer o medeniyetin zihniyetinin yansımasıdır. Başlı başına bir kitap medeniyeti olan İslam medeniyetinin Endülüs’te inşa ettiği eşsiz kütüphaneler Avrupalıların zihniyet dönüşümünde belirleyici olmuştur. Bunu ben değil ünlü Avrupalı tarihçi Jack Goody diyor. Bizler kitabı ve kütüphaneleri ihmal etmeye başladığımız dönemlerde Avrupalılar kitaba ve kütüphaneye yönelerek kendi medeniyetlerini inşa etmişlerdi. Umberto Eco’nun “Gülün Adı” isimli romanı -arka planda- bunun hikâyesini anlatır.
İtalo Calvino der ki: “Büyük bir kütüphaneden başka neresi sana sığınak olabilir.” Bilgiye susamış biri için kitaptan ve kütüphaneden daha iyi sığınak olamayacağını Batılıların ulaştığı medeniyet seviyesini gördüğümüzde daha iyi anlıyoruz. Onlara gıpta etmemizi gerektirecek bir durum yok. Nitekim onların yaşadığı bu heyecanı zamanında biz de yaşamıştık. Lakin kitaptan uzaklaştıkça ilmimiz de irfanımız da sakıt bir hâl almaya başladı. Son iki asrın hikâyesi biraz da bu durumun ortaya çıkardığı sıkıntıları atlatma çabasından başka nedir ki?
Cumhuriyet döneminin ilk Milli Kütüphanesi “Beyazıt Devlet Kütüphanesi” ismiyle eskinin üzerine bina edilmiş bir anlayışa sahipti. Nihayetinde 90 yıl boyunca “Milli Kütüphane” denince araştırmacıların aklına gelen ilk isim hep bu kütüphane olmuştur. Çünkü Cumhuriyet dönemi iktidarlarının kütüphane kurmak gibi bir öncelikleri ya da heyecanları olmadı. Bunun farklı sebepleri sıralanabilir. Lakin hiçbir bahane bu ihmali haklı çıkarmaya yetmeyecektir.
Son yirmi yılda kütüphanecilik alanındaki değişimi/gelişimi, kurulan yeni kütüphaneler üzerinden takip etmek mümkün. Özellikle 2010 yılından sonra hızlanan “Millet Bahçesi” ve “Millet Kütüphanesi” konsepti, özü itibariyle Cumhuriyetin ilk yıllarındaki yarım kalmış heyecanı bugüne taşıma gayesidir. Bu paradigma değişikliğinin yansımalarını önce Ankara’da kurulan Millet Kütüphanesinde ardından da Bursa, Kayseri, Konya, Sivas, Batman, Diyarbakır, Van, Erzurum gibi pek çok ilimizde açılan “Uyumayan Kütüphane” örneklerinde görmeye başladık. İstanbul’da Fatih Belediyesinin bu konudaki rolünü de unutmamak gerekiyor. Fatih Belediyesi “Uyumayan Kütüphane” anlayışının ilk örneklerini kararlılıkla ortaya koyması bakımından öncüdür. İstanbul’un diğer ilçelerinde de yaygınlaşan bu kütüphanelerin en büyük ve eşsiz örneği ise geçtiğimiz ocak ayında hizmete açılan RAMİ Kütüphanesidir. Geçmişi üç asra varan Rami Kışlasını restore ederek Rami Kütüphanesine dönüştüren zihniyet, devrimin bizatihi kendisidir. Çünkü 1980’lerde gıda toptancılarına depo olarak tahsis eden zihniyetten aynı kışlayı kütüphane olarak hayal edebilen bir zihniyete ulaştık. Bu yolda devam edebilirsek kaybettiğimiz zamanı da telafi edebiliriz diye düşünüyorum.
Geçtiğimiz günlerde bir program vesilesiyle görme imkânı bulduğum Rami Kütüphanesi bu alandaki zihniyet dönüşümünün simgesi olarak görülebilir. İstanbul gibi gökdelen ve beton denizinin ortasında açmış güzel bir çiçeği andırıyor Rami Kütüphanesi. Çölde bir vaha misali… İstanbul’un hatta Avrupa’nın en geniş alana sahip kütüphanesi olan Rami, toplamda 220 dönüm üzerine kurulmuş tarihi bir yapı ve 7/24 açık. Sadece mekân yapmak da yeterli değil. Yapılan devasa mekânların içini doldurabilecek, bu güzide mekânlara anlam/işlev kazandırabilecek kadrolar da bir o kadar önemli. Rami Kütüphanesinin yöneticisi Ali Çelik tam bir kitap sevdalısı olarak kuruma bir kimlik kazandırmayı hedefliyor. Ekipte yer alan ve kendilerinden bilgi aldığım Levent Bey, Gülfem Öztürk Hanımefendi, Osman Bey, Mehmet Bey gibi daha yüzlerce donanımlı personeliyle Rami Kütüphanesinin çok değerli çalışmalara imza attığını görmek ümitlerimizi diri tutuyor. Rami’yi ziyaretim sırasında karşılaştığım akademisyen adaylarının memnuniyetini, lise öğrencilerinin mutluluğunu, çocuk atölyelerinde kitapla tanışan miniklerin heyecanını görünce zihniyet değişiminin kelebek etkisi gibi insanlara nasıl tesir ettiğini anlıyorsunuz. Umarım bu heyecan, bu gelişim katlanarak devam eder. Bu vesileyle Rami Kütüphanesinde emeği geçen herkesi yürekten kutluyor, başarılarının devamını diliyorum. Siz de vakit ayırın ve mutlaka bu eşsiz kütüphaneyi ziyaret edin. O vakit bana da sirayet eden bu heyecanı yerinde tecrübe etmiş olacaksınız.