Portakal mevsimi gelir geçer, mesele değil de; elle koyar gibi ruh iklimimize yerleştirdikleri gayri millilik iltihabını kurutamadığımız müddetçe, boğazımıza gargara kaşıntısı veren bu sefil illeti tükürebilmemiz mümkün görünmüyor.

Bir salgının avuçları içindeyiz. Kimliğimizi bunalıma iten ve onun çığlıklarını bulanıklaştıran bir enfeksiyon… Bizi, benliğimizin derinliklerine inkâr mikropları nakşederek kökleri öldürücü bir Avrupalılık enfeksiyonuna kurban ettiler. Bu yıkıcı enfeksiyon, halen daha öz topraklarımızda cirit atmaktadır.

Asıl derdimiz budur.

***

Şu sıralar Felemenk diyarından, diğer sömürgeci Batı motiflerinin de ortak olduğu son derece tutkulu bir romantizm fışkırışı seyrediyoruz. Sebebini de çok iyi biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki büyük aşklar ihtirassız olmaz. Türkiye’ye karşı planlanan bürokratik ihtiraslar da işte bu tutkulu aşkın meyveleridir.

Son yaşananlara gelelim.

Manzara net:

Demokratik haklarını savunan insanların üzerine atlar, itler salınan bir komik demokrasi…

Hain bir işgal teşebbüsünün vuku bulduğu olağanüstü bir zamanda Türkiye’de OHAL ilan edilmesini tenkit edip demokratik bulmayan, diğer yandan tek bir Türk hanımefendinin ağzından çıkan iki kelamla OHAL ilan eden panikatak cumhuriyeti…

Oyuncağı elinden alınmış hırslı bir çocuğun serseri tavrı…

Peki kadrajı yerelleştirdiğimizde ne görüyoruz?

Yıllardır ne görüyorsak onu…

Asıl derdimizi…

Herifin teki çıkıyor, Merkel’in battaniyesinin altından kafasını çıkartıp, bütün bu arzu oyunlarını “İtibar yerlerde’’ şeklinde yorumluyor. Öteki rezil oluyoruz diye hüngür hüngür ağlıyor. Bir diğeri başörtülü bakanımız Dr. Betül Sayan Kaya ve ekibini kast edip, ‘‘Evimize kabul etmeyeceğimiz seviye ve üsluptaki insanları Avrupa kabul etmiyor diye kızıyoruz. Herkesin kendini kötülükten korumaya hakkı var.’’ cümlesini kurabilecek kadar kin ve nefret dolu…

Efendilerine itaat eden profesyonel vatandaşlar…

Batı’nın kıtaları kaplayan aşk kümesinde, yem olarak bile olsa kendine yer biçilmesinden onur duyan kambur fikirliler…

Fakat unutmasınlar ki itibarsızlık ve rezalet; Türkiye’ye değil, Türkiye’nin “düşük çocukları’’na mahsustur!

Yalnızca diplomatik facia olarak üstü kapatılamayacak bir haçlı saldırısını, Hollanda-Türkiye arasındaki seçim-referandum iş birliğine bağlayacak kadar kansız ve izansızlar.

Gezi ve 17-25 Aralık operasyonlarının iç yüzünü reddeden, 15 Temmuz’u da tiyatro olarak resmeden köle zihinliler; şimdi de kaşıntısından dolayı saldırgan bir hale bürünen Mandater Batı’nın sözde medeniyetini göklere çıkarma peşinde.

***

Dedik ya; portakal mevsimi gelir geçer. Soğuk rüzgarlar son bulmaz bu memlekette. Devam edecekler… Laleden medeniyetlerinin derinliklerine gizledikleri vahşi tabiatlarını gün yüzüne çıkarmaya devam edecekler. Başka şansları kalmadı. Artık kartları açık oynuyorlar.

Bizdeki gayri milli ve gayri ahlaki kubur fareleri de, artık Türkiye’nin seyirci olmaktan çıkıp bizzat oyuna dahil olduğu küresel kumarın içinde, yönetici değil de dağıtıcı vasfıyla -önceden satın alınmış- düzenbaz bir krupiye makamındadır.

Hüviyetimizin daimî mütecavizlerine ve ruh kökümüzün kanlı sarkıntılarına cevaben son noktayı koyalım:

Kendi hesabıma diyorum ki, Avrupalı olmamanın şerefi bana yeter! -Necip Fazıl (Çerçeve 1)

Demokratik haklarını savunan insanların üzerine atlar, itler salınan bir komik demokrasi…