Biz şimdilerde “hasret” kelimesinin yerine “özlem” kelimesini kullanmaya çalışıyoruz.

İnsan bir garip. Hem de çok garip bazı zamanlar. Elinde olanı olduğu zaman değil de olmadığı zaman fark ediyor. Varken kıymetini bilmedikleri için yokken acı çekip duruyor hep. İçinde olduğu, yanında bulunduğu ne varsa varken yok gibi yaşıyor da yok olunca, elden yitince, kaybedince derdine düşüveriyor. Hani şiirde dendiği gibi;

O mâhiler ki derya içredür deryayı bilmezler

Denizin içinde yüzen onca balık denizden çıkmadan onun kıymetini anlamıyor işte. Kaybetmek belki de bu sebeple kaybettiğin an değil de neyi yitirdiğini anladığın anda başlayan fiildir.

Ben bu elimizdeyken fark edemediklerimiz ve kaybedip de dert ettiklerimizin şimdi hemen aklımıza ilk gelenlerden daha fazlası olduğunu düşünüyorum. Mesela kaybettiğimiz kelimeler var. Hiç yokmuş gibi davrandıklarımız ve henüz kaybettiğimizin bile farkına varmadıklarımız var. Dedim ya yokluğunu fark etmeden kaybettiğimizi bile anlamıyoruz. Arka arkaya sıralasam sonu gelmez bu kelimelerin ama yine de ya bu yazıda ya da bir başkasında yazmaya devam edeceğim.

Neyse geçelim… Benim bu kez derdine düştüğüm kelime bir başkası; hasret. Kaybetmekten sonra gelen fiil bu sanırım. Hasret bize Arapça’dan gelen bir kelime. Güzel bir kelime ve hikâyesi var. Aslında dahası bir acısı bir derdi var. Lügatler –eğer doğruysa-Arapça‘ya da Aramice’den geçtiğini söylüyorlar.

Ve işte hikâyesi de tam burada beni çekiveriyor içine. Zira Aramice’de “hasar” kelimesinden türemiş de gelmiş. Hasar da aslında bizim kullandığımız bir kelime; zarar görmek diye kullanıyoruz daha çok. Ama bir başka alamı da kaybetmek demekmiş. Yani en başta söylediğime dönersek kaybetmekten sonra gelen fiilin adı hasret. Kaybettiğin bir şey için acı çekmek, yitirilenin ıstırabı…

Biz şimdilerde “hasret” kelimesinin yerine “özlem” kelimesini kullanmaya çalışıyoruz. Gerçi özlemek de “öz”den geliyor ama yine de olmuyor ki. Hasret ve özlem aynı anlama gelmiyor, aynı şeyi söylemiyor. Mecnun misal ki Leyla’yı özlemiyor, hasretini çekiyor; şairler geceler boyu tek bir kelimeyi ararken çektikleri o acıyı “özledim” diyerek anlatamıyor ki. Hem özlemek sanki olup biten bir şey gibi yarım, eksik, sakıt kalıyor ama hasret var, oluyor ve devam ediyor. Ya da bana öyle geliyor.

Dûzah değil mi âteş-i hasret dedikleri

Tam da böyle söylüyor Nef’i ve ne de güzel söylüyor.

Şimdi sen karar ve kâri; özlüyor musun, hasretini mi çekiyorsun?