NATO, diktatorya ile yönetilen nâmevcut bir distopya diyarını çizgi roman hâline getirip, “burası Türkiye’’ diye global pazara kakalamaya kalktı. ‘’Türkiye haddini bilecek, S-400 silahları neyine’’ temasının hâkim olduğu ucuz bir kıskançlık hikâyesiydi aslında bu. Ucuz, ihtiraslı, entrikalı fakat eski bir hikâye. Avrupa Birliği de bu şiddet içerikli hikâyenin dramatik yapısındaki öznelerden tabii. İsminin ta “Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’’ olduğu zamanlardan beri. Ve hatta daha da öncesinden. Gayet normal. Bu hikâyenin temelde iki cephesi var zira: Hak ile bâtıl. Tarihsel süreçte reel politik zımbırtılar zuhur etmiştir, etmeye de devam edecektir. Bunlar, hikâyeyi uzatan vesile niteliğindeki teferruatlardır. Çünkü hikâye, tabiatı gereği savaşlaşıp kıyamete kadar sürmek durumundadır.
***
Öte yandan Amerika, Türkiye’yi sözde hukuki yollarla haraca bağlamanın da peşinde. Halk Bankası ve Reza Zarrab üzerinden Türkiye’yi, kendi politik karakterine benzetip, küresel çapta ahlâksız ve hukuksuz bir ülke gibi gösterme derdinde. Oysa Halk Bankası’nın herhangi bir uluslararası ekonomi normunu çiğnemediği de malum; Türkiye’nin, görevlendirdiği bir şahıs kanalıyla Amerikan müstemlekeciliğinin önünü tıkayıp milyar dolarlık girdi sağladığı da… Fakat halen FETÖ diliyle saçma sapan yolsuzluk argümanları kusup duruyorlar. Zarrab’ı itirafçı, Erdoğan’ı da hükümlü bellemiş; hayal dünyalarında yaşayıp gidiyorlar.
***
Diğer yandan Amerika’nın kucağında aşkla yer verdiği, Pensilvanya’daki tasmalı teröristin namussuz köleleri açtıkları lüks kafelerde kahkahalar eşliğinde Türkiye’nin dedikodusunu yapmaya devam ediyor. Din edebiyatı yapan Gülenist kadınlar hizmet kisvesiyle ondan bundan gayrimeşru çocuklar peydahlıyor. Hiçbir şey değişmiş değil onların cephesinde. Takiyeciliği büyük bir serinkanlılıkla, mide bulandırıcı en üst seviyede icra etmeye devam ediyorlar.
***
Öte taraftan, belli çıkarlar doğrultusunda siyaseten Suudlar’a sallasa da, Suudlar’ın ılımlı İslam atılımına bariz bir reddiyede bulunamayan muhafazakâr mezhepsizler… Yahut 1500 yıllık ehl-i sünnet akidesinde, kendi kıt idraklerini felsefî lakırdılarla süsleyip yoruma ve eleştiriye açık bir alan açan reformistler… Sorsanız, hepsiyle ortak davanın paydaşlarıyız.
Pers emperyalizmini Şia’yla, Suud riyakârlığını da Vahhabilik’le bilinçli şekilde örtüştürmemekte ısrarcılar. Aksini iddia edeni dangalaklık veya üslup bilmezlikle yaftalıyorlar. Bozuk itikadlarını devlet bekası hassasiyetiyle altın kabuklarla gizleyip, milyonlarca Müslüman gencini akidevî ve fikrî planda zehirliyorlar!
***
Beri taraftan Erdoğan, periyodik aralıklarla bürokratik ayak işleriyle ilgilenmeye zorlanıyor. İtibar kaybetmeye, saçma sapan işlerle uğraşmaya, en nihayetinde yalnız kalmaya mecbur bırakılıyor.
***
Kelamın hâsılı…
Kafamızı nereye çevirsek, insan olan ve insanlık fıtratından nasibini alan her vatandaşın rahatsız olacağı bir rezillik pusuda bekliyor. Ve öyle hastalıklı bir durumla boğuşuyoruz ki, insanlar belli bir zümreye “yalaka’’ ya da “cahil’’ olmadığını kanıtlamak için, doğruları konuşmaktan çekiniyor.
İnsanlar yıpranıyor.
İnsanlar yıprandıkça devlet yıpranıyor.
Metanet, basiret ve teyakkuz elzem…