Moğolistan günlükleri: Bozkırın çocukları-4

Moyin Yaylası’ndan dönüş

Moyin Yaylası’ndan geldiğimiz yoldan Bayan Ölgii’ye dönmek üzere yola çıkıyoruz. Çadırların olduğu yerlerde çalı, çırpı yeşillikler var. Onları geçtikten sonra sararmış otların kapladığı geniş ve düz bir araziden tozu dumana katarak ilerliyoruz. Erke en çok bu tür yolları seviyor. Bende bu yollara Moğol yayla otobanı adını verdim. Toz bulutu arabanın arkasında uzatıp kocaman bulut oluyor. Bu tabloyu kamerayla da belgelemek istiyoruz. Subaru 4×4 marka araba çok yüksek olmamakla beraber bu yollarda konforlu bir kullanıma sahip. Bu yüksek obalarda daha çok Rus malı yüksek tekerlekli kamyon ve ciplerin yanı sıra Toyota’nın son model büyük ciplerini görüyoruz. En yeni ile en eski bir arada. Arabayı biraz geri gönderip çekimi gerçekleştiriyoruz. Arabanın arkasından uzayıp giden bir toz bulutu bazen uçakların gökyüzünde bıraktıkları bulut gibi kısa bir süre kalıyor.

Sararmış otlu arazi bitiyor kayalı yolların geçtiği vadiye giriyoruz. Vadinin ortasından dere akıyor. İki tarafta yüksek tepeler var. Derenin kenarları yeşil otlarla kaplı. Derenin bir kısmı baharda suların kabardığı zaman gelen çakıllarla dolu. Güneş yavaş yavaş vadinin üst tarafından batmaya hazırlanıyor. Yukarıdan suyun kenarından ilerleyen bir yak sürüsüyle karşılaşıyoruz. Yüze yakın hayvan kendi başlarına vadiye aşağı otlayarak ilerliyorlar. Başlarında çoban yok. Bu durumu anlamakta çok zorlanıyorum. Çocukken kuzu çobanlığı yapmış birisi olarak her sürünün bir çobanı olması gerekir diye düşünüyorum. Bizim Tortum’un yaylarında çobansız sürü olmaz. Arkadaşlarıma soruyorum tek başına bu sürüyü kurt yemez mi? Veya birileri alıp başka bir yere götürmez mi? El cevap: İkisi de mümkün. Kurt sürüye dalabilir. Hatta bu bölgenin sınıra yakın olması dolayısıyla sürülerin Rusya’ya kaçırılma durumu bile oluyormuş.  

Tabii unuttuğum bir gerçek daha var. Bu 1.600.000 metrekare arazide yaklaşık 3 milyon insan 50 milyon hayvan yaşıyor. Her sürüye bir çoban konacak olsa ülkede yaşayanların tamamı çoban olsa bile yeterli olması mümkün değil.

Derelerin üzerinde köprü bulunmuyor. En kolay geçilen yerden yapılan izden arabalar geçmeye devam ediyor. Bizde dereyi geçiyor ve tepelere tırmanmaya başlıyoruz. Burada yol dediğiniz şey arazide arabanın iki tekerleğinin izinden ibaret. Az buçuk yeşil oldu mu teker izi bulmak mümkün değil. Toprak yumuşak ve çoğu yerde taşsız bu durumda yol sayısı birden artıyor. Bir araba geçip iz açtı mı orası yeni bir yol demek. Paralel yollardan birinden ilerlerken aşağı yolların birisinde Rus markalı bir cipin yolun kenarında beklediğinin görüyoruz. Arabanın yanında iki kadın var. İçim birden cız ediyor. Güneş batmak üzere bunlar burada ne yapacak. Bu yollardan araba 1-2 saate bir geçiyor. Keşke onların olduğu yoldan gidip yardımcı olsaydık diye içimden geçirirken, bir adamın yukarı doğru yürüdüğünü görüyorum. Arkadaşlarıma bunlara yardım etseydik diyorum. Erke ile Esenjol alışkın onlar için bu durum çok normal. Çukurda telefon çekmediği için adamın yürüyerek tepeye çıkıp telefon ederek yardım isteyeceğini söylüyorlar. “Barı adamı alalım, tepeye çıkaralım” diyorum. Adam araba yanaşırken nefes nefese.. Camı açıp selam veriyorum. Selamımızı alıyor. Bu bölgede yaşayanların yüzde doksan beşi Müslüman Kazaklardan oluştuğu için selamınızı alırlar. Adamı arabaya davet ediyoruz ve tepeye çıkarıp bırakıyoruz. Oradan telefon edip yardım isteyecekmiş. İnşallah yardım gelir. Bazen 100 km mesafelerde hiç yerleşim yeri yok. Akşam çok geç olmadan Ölgii’ye varıyoruz.

5 EYLÜL 2014 CUMA

BAYAN ÖLGİİ

İlk gün çevreden Ölgii şehrini görmüştük ancak şehrin içinde dolaşma imkanı olmamıştı. Şehrin merkezinde meydan ve ortasında kızıl yıldızlı bir anıt var. Meydanın çevresinde Belediye binası, eski tiyatro binası, Moğol telecom binası gibi çok ta dikkat çekmeyen ama komünizm döneminden kalma binalar var. Komünistler şehirlere bir standart getirmeye çalışmışlar. Merkezi planlama ve baskı rejiminin şartları bazı şeylerin yapılması kolaylaştırıyor. Mülk devletin olunca her şeyi isteği gibi kullanma hakkı da ona ait oluyor. 1990 larda komünist rejimler çökünce Moğolistan’da demokrasiye geçiyor. Ama demokrasi şehrin alt yapısının yenilenmesinde pek katkı vermişe benzemiyor.

Yüksek bacalı fabrika görünümlü bina merkezi ısıtma sistemi. Bu sistemler kömürle çalışıyor. Şehirdeki bütün evler bu sistemden yararlanamıyor. Birçok ev kömür yakıyor. Moğolistan’da en çok bulunan maden kömür. Kömürün tonunun 50 dolar olduğunu öğreniyoruz. Kışlar çok soğuk geçtiği için bir ev yaklaşık 5 ton kömür yakıyormuş. Şehrin büyük bölümü Hovd Nehri’nin güneyinde kalıyor. Ancak nehrin kuzeyinde de hatırı sayılır ev var. Bu evler tek katlı kırmızı mavi çatılı. Tek oda görünümlü bahçe içinde aynı zamanda bir de çadır bulunuyor.

Diyanet, TİKA ve Bakırköy Müftülüğünün katkılarıyla bir kültür merkezi yapılmış. Merkezin yanında bulunan camiye cuma namazı için gidiyoruz. Genç bir hoca vaaz ediyor. Vaazı namazı çekme niyetindeyiz. Daha önce Ulan Batur’dan gelirken alanda tanıştığım din görevlisi Azathan beyin burada olduğunu öğrendik kendisiyle de görüşmek istiyoruz. Cami de cemaatten bir yaşlı çekime kızıyor ve çekimden vazgeçiyoruz. Genç imam anladığımız kadarıyla çekimin mahsuru olmayacağını söylüyor ama amca ikna olmuyor. Namazı kıldıktan sonra hocayla musafaha yapıyoruz. Hocaya kusura bakmayın derken o bize ‘’siz kusura bakmayın çekimin ne mahsuru olacak aksine faydası olur’’dedi. Bazı yaşlılar bu konuda hassas oluyorlar. Hoca Erzurum Atatürk Üniversitesi mezunu, Türkiye Türkçesini güzel konuşuyor.

Cuma namazından sonra Dr. Bikhumer Ömürbeg’le röportaj yapmaya gidiyoruz. Ömürbeg Moğolistan ilimler Akademisi Bayan Ölgii Bölgesi Sekreteri ve aynı zamanda Türk Tarihi uzmanı. Moğolistan’daki Türklerle ilgili bilgi verdi. Kaya resimlerinin yerlerini tarif etti. Bu bölgeye çok az uzman kişinin geldiğini ifade etti. Yıllar önce gazeteci-yazar Servet Somuncuoğlu’nun bölgeye geldiğini ve kendisiyle görüştüğünü belirtti. TRT’den arkadaşım Servet Bey Türk tarihiyle yakından ilgileniyordu. Bu vesile ile kendisini andık, rahmetli olduğunu söyledik. Allah rahmet eylesin Servet, Orta Asya bozkırlarında, ata yurdumuzda Türkler’in izlerini sürmek için binlerce kilometre yol kat etti, belgesel yaptı, kitaplar yazdı.

6 Eylül 2014 Cumartesi

Tsengel (Çengel) Kasabası

Tuva ve Kazak Türkleri’nin yurduna doğru

Sabah 06:00’da yola çıkacağız o nedenle bu defa tedbirliyiz. Akşamdan arabamıza yakıt alıyoruz. Yarın akşam çadırda kalacağımız için yanımıza yiyecek bir şeyler almak için markete gidiyoruz. Marketlerde dışarıdan görünen vitrin yok. Dışarıdan kapalı bir bina gibi görünüyor. Alfabede Kiril olunca işler iyice karışıyor. Genelde dükkânlara iki kapıdan giriliyor sanıyorum bu kışın şiddetli soğuğuna karşı bir tedbir olsa gerek.  Burada yaşayan arkadaşlar tecrübeli yanımıza gazlı seyyar bir ocak almamızı öneriyorlar. Hem yemek yapmak için hem çay yapmak için. Seyyar ocağın yanı sıra, ekmek, çay, tuvalet kâğıdı, kolonyalı mendil, çeşitli bisküvi ve çikolatalar. Vitrinlerde çok sayıda Türk malı ürün var. Ana yemek olarak Kore malı içine kaynar su dökülerek yenen sade makarna ve içine katılmak üzere küçük iki paket içinde baharat ve et sosu olan konserveden alıyoruz. İçecek olarak buraya özgü Şırganak ve diğer içeceklerden bol miktarda tedarik ediyoruz.

Kıyafet olarak akşam yaylada çadırda kalacağımız için kalın giysiler hazırlıyoruz. Akşam bütün hazırlıkları bitirdikten sonra gönül rahatlığıyla otelimize dönüyoruz.

Sabah 06:00’da yola çıkıyoruz hava tam olarak aydınlanmış sayılmaz. Şehir küçük olduğu için 5 dakika’ya varmadan bozkırlara dalıyoruz. Yine yollar çok alternatifi ancak arkadaşlar sonunda bütün yolların Roma’ya vardığı gibi bu yollarda birleşir bir yola çıkar diyorlar. Ancak düzlük biterken vadiden yollar başka bir düzlüğe çıkıyor. Eğer yolları iyi bilmiyorsanız yol cihazınıza veya zekanıza güvenerek yola çıkarsanız hayatınız boyunca Roma’ya çıkamazsınız. Ancak bir Moğolistan bozkırından bir başkasına çıkarsınız. Uzun bir düz bozkırı aştıktan sonra bir vadiyi geçerek yüksek tepelerin arkasından başka bir düzlüğü görüyoruz. Onu da aşınca daha yeşil ortasından su geçen bir yaylaya geliyoruz. Bu yaylanın batı tarafında bir yerleşim yeri var. Küçük bir tepenin üzerine arabayla çıkıyoruz. Manzara müthiş… Suda kuğular yüzüyor. Hayvan sürüleri geniş araziye yayılmış durumda. Binlerce küçük ve büyükbaş hayvan yaylaya renk katıyor. Yaylanın ortasından kar sularının oluşturduğu dere coşkuyla akmaya devam ediyor. Tepenin arkasında Rus markalı bir kamyon tozu dumana katarak ilerliyor. Yollarda araba görmek çok zor. Yarım saatte bir saatte bir araçla karşılaşıyorsunuz. İki araç arka arkaya geldiği zaman espri yapıyorum. “Şimdi trafik kilitlenecek” tabii bir araç önünüzde gidiyorsa vah halinize ne kadar toz yutarsınız Allah bilir. Toz yutmak istemiyorsanız araziye dalıp sizden öncekilerin açtığı alternatif yoldan gidebilirsiniz. Kendinize ve arabanıza güveniyorsanız yeni bir yol açarsınız.

Bozkırda tezekkür ve tefekkür için insanın zihni ve ufku açık oluyor. Büyükşehirlerin daralmış ufuklarından zihnen ve bedenen dinlenmek için bir fırsat sunuyor bu büyük coğrafya…