Bizim neslin ilk göz ağrısı Refah Partisi’dir. 1980 sonrası dünyaya gelen bizler, 90’larda düştük bu sevdaya… ‘Uzun Adam’ın henüz olmadığı yıllarda, ‘Savunan Adam’ımız vardı bizim. Hilal başaklı parti bayrağımız. Yüreğimizi coşturan marşlarımız, ezgilerimiz. Milli Gençlik Vakfımız. Başparmağımızla yaptığımız zafer işaretimiz vardı. “Elbet bir gün iktidara geleceğiz” diye yorumladığımız rüyalarımız, coşkulu mitinglerimiz, hep bir ağızdan ettiğimiz yeminlerimiz vardı… “Bu sefer Refah” diyen milyonlara birer birer yenileri eklenirken, 16 Ocak 1998’de kapattılar partimizi. Kolumuz kanadımız kırılıverdi. Şarkımızı nakaratına gelmeden susturdular. Bu davanın kurucusunu, liderini, Erbakan Hocamızı siyasi yasaklı yaptılar. Ve biz erkenden büyüdük…

Refah Partisi kapandı, yerine Fazilet Partisi kuruldu. Ama olmadı. Refah zamanındaki insicam bir daha tutturulamadı. “Parti kapansa da gitsek” der gibi geçti o günler. Onu da kapattılar 22 Haziran 2001’de… Refah kapanınca hep birlikte Fazilet’e taşınmıştık; ancak bu kez öyle olmadı. 20 Temmuz’da Saadet Partisi, 14 Ağustos’ta da AK Parti kuruldu. Tam ortamızdan ikiye bölündük bu kez. İlk kez o zaman bocaladık. Nereye gideceğimize karar veremedik. Aileler içerisinde eşlerden biri Saadet Partisi’ne gönül verdi, diğeri AK Parti’ye. Baba Saadet dedi, oğul AK Parti… Düne kadar omuz omuza mücadele veren dava adamları, bu kez farklı partilerde siyaset yapmaya başladı. Biz de ailece Saadet Partisi’nde karar kılmıştık. AK Parti gözümüzde “davaya ihanet” edenlerin partisi idi. Bizim için Erbakan Hoca’ya sadakat her şeyin üzerinde idi. AK Parti konjonktürel bir parti, Saadet ise aslî partiydi. AK Parti eninde sonunda eriyip gidecek, geriye Saadet Partisi kalacaktı. Ama öyle olmadı.

Numan Kurtulmuş liderliğindeki Saadet Partisi, bizi kısa bir dönem heyecanlandırsa da Kurtulmuş’un partiden tekme tokat uzaklaştırılmasıyla o heves kursağımızda kaldı. Olabildiğine kaba, olabildiğine nobran, olabildiğinde nezaketten, merhametten, kardeşlikten uzak bu tablo, Milli Görüş hareketi içerisinde ilk kez yaşanıyordu. 1969 yılında çıktığımız yolculuğun geldiği nokta ne yazık ki hayal kırıklığı idi… Saadet daha da büyüyecek derken, bu kez kendi içinde bölündü. 2002 ve 2007 Genel Seçimlerinde Saadet Partisi’ne oy veren ben, 2011 Genel Seçimlerinde tercihimi Numan Hoca’nın Has Partisi’nden yana kullandım. Ama gönlümüzden, Numan Kurtulmuş ile Erdoğan’ın aynı çatı altında siyaset yapması geçiyordu. 22 Eylül 2012’de o muradımız da gerçekleşti; Has Parti feshedildi, Kurtulmuş AK Parti’ye katıldı. Saadet ise daha bir kendi içine kapandı, küçüldü. Siyasi bir partiden ziyade sıradan bir dernek gibi yönetilmeye başlandı.

AK Parti, ümmete sahip çıkan politikalar geliştirdikçe Saadet, kendi değerlerinden koptu. Özellikle Tunus’ta başlayıp tüm bölge ülkelerini etkisi altına alan Arap Baharı, iki parti arasındaki farkı ortaya çıkardı. Erdoğan’ın Arap halklarının bu özgürlük mücadelesini desteklemesi göğsümüzü kabarttı. AK Parti ümmetin gözbebeği olmaya doğru adım atarken, Saadet Partisi ümmetin heyecanından kopuyordu. Partiden bir ekibin Şam’a gidip Esed ile samimi pozlar vermesi ise, Saadet Partisi’ne karşı duyduğumuz sempatiyi tamamen bitirdi. Mustafa Kamalak Suriye kasabı Beşar Esed ile hediyeleşip poz verirken, Erdoğan, ümmetin yiğitleri Halid Meşal, Raşid Gannuşi ile Muhammed Mursi ile yan yana duruyordu.

17 ve 25 Aralık darbe girişimleri yaşandığında ise, hayal dahi edemeyeceğimiz gerçeklerle yüzleştik. Birileri Saadet Partisi’ne yeni bir gömlek biçiyordu. Milli Görüş, yıllarca en ağır eleştirileri yönelttiği Gülencilerle ile can ciğer kuzu sarması oluyordu. Bu zamana kadar Paralel medya tarafından görmezden gelinen Kamalak, şimdi o gazetelerin manşetlerinden inmiyordu. Fethullah Gülen ve cemaatine yapılan iltifatın haddi hesabı yoktu. Yıllarca; Kayıp Trilyon ve Bosna Paraları gibi lüzumsuz davalarla başı ağrıtılan Milli Görüş hareketi, bir zamanlar omuz omuza yürüdükleri Erdoğan’a, sırf Paralel İhanet Çetesi’nin yönlendirmesi ile “hırsız” demekten çekinmiyordu. Yeni Türkiye’ye karşı oluşturulan ittifakta Saadet Partisi de yer almaktan gocunmuyordu.

Cemaat, menfaati için canhıraş bir şekilde desteklediği AK Parti’yi bırakınca, tüm bu olup bitenleri uzaktan izleyen benim gibi Milli Görüşçüler, Erdoğan’ın temsil ettiği davaya sahip çıkılması gerektiğine inandığı için tercihini AK Parti’den yana kullandı. 30 Mart seçimlerinde ilk kez oyumu AK Parti’ye verdim. 10 Ağustos’ta da oyum Erdoğan’ın oldu. 7 Haziran’da da bir kez daha oyumu istikrardan yana kullanacağım. Çünkü inanıyorum ki; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Başbakan Davutoğlu’nun hayalindeki Yeni Türkiye, Erbakan Hoca’nın hayalindeki Yeniden Büyük Türkiye’den farklı değil. 1969’da Erbakan’ın tek başına çıktığı bu meşakkatli yolculuğun devamını şimdi AK Parti yerine getiriyor. Bizlere ümmet şuurunu Erbakan Hocamız öğretmişti, bu şuurun gereklerini ise şimdi Erdoğan ve Davutoğlu hayata geçiriyor. Erbakan’ın Ağır Sanayi Hamlesi rüyalarını, şimdi AK Parti yerine getiriyor. Lafı eğip bükmenin zamanı değil; Milli Görüş’ün tek temsilcisi AK Parti’dir…