Kendimi bildim bileli seçimlerde baraj tartışması vardır. Bir kesim “Baraj aşağı çekilsin” derken, başka bir kesim ise “Baraj böyle kalsın” diyor. Elbette iki tarafın da kendine göre haklı sebepleri var.
Meclis’te temsiliyet meselesi demokrasiden daha önce aslında bir aidiyet meselesidir. Benim bir dünya görüşüm var, bir siyasi tavrım var ve bunlara göre bir Türkiye hayalim var. Benim vatan tarifim, kırmızı çizgilerim, öncelik sıralamam size göre farklı olabilir. Bunları temsil ettiğini, bu çerçevede kavga vereceğini düşündüğüm siyasetçiler Meclis’te yoksa, benim sistemle aidiyetim zarar görecektir. Bu duygusal kopuş, vatandaşlık hissi başta olmak üzere üretim dahil her şeyi kötü yönde etkileyecektir. Bir gün temsil edileceğime dair umudumu yitirdiğim noktada sistemle kavga etmeye başlarım ve bu kavganın şiddetini ilkelerim çevresinde giderek artırırım. Temsiliyet aidiyettir…
Meclis, vatandaşların kendini ülkeye ait hissetmesini tesis eden ortak kurum olmasıyla birlikte, öte yandan Meclis’in çalışabilmesi de lazımdır. İçinde benim gibi düşünen temsilcilerin olduğu ama hiçbir konuda anlaşamayıp bir türlü kanun çıkaramayan Meclis olursa, bu sefer de her gün kriz haberleriyle boğulan bir Türkiye haline geliriz. Temsiliyet önemli; ama çalışabilir, istikrarlı bir Meclis olması gerekir. Eline parti logosunu alıp gelenin girdiği meclislerin olduğu ülkeler, vesayet cenneti olur. Şirketlerin, askerlerin, lobilerin eline kalırız, bir dönem ayakta duramayız.
1993 sonrası ve ardından gelen 28 Şubat Türkiye’sini hatırlayın; herkesin temsil edildiği, hiç kimsenin dışarıda kalmadığı bütün partilerden milletvekillerinin olduğu bir Meclisimiz vardı da ne oldu? 25 banka battı. Hazine’den bir gecede 30 milyar dolardan fazla para buharlaştı. Özel sektörün zararları ve ödediğimiz faizleri de hesaplarsak ülkeden dışarıya kaçırdıkları para 60 milyar dolar civarında. Herkes temsil ediliyordu ama Türkiye faili meçhul cinayetler ülkesiydi. Her sabah birisi ölü bulunuyordu. Herkes temsil ediliyordu; ama Meclis’ten bir tane kanun çıkarılamıyordu. Herkes temsil ediliyordu; ama kimin hükûmet, kimin muhalefet olduğunun belli olmadığı, koalisyon ortaklarının birbirine sataştığı krizler ülkesiydik.
Bu bir paradoks, baraj olsa temsiliyetle birlikte aidiyet ve demokrasi zarar görüyor; baraj olmazsa eline bayrağı alıp gelen Meclis’i panayıra çeviriyor. Peki bunun altından nasıl kalkarız?
İnsanlık tarihinin kadim kaidelerine şımarıklık yapmayacağız. Binlerce senedir insanlık belli konularda hep aynı şeyi söylüyor: “Birlik olmak bereketli ve hayırlıdır, ‘Ben de, ben de’ diyerek bölünüp parçalanmak bereketsiz ve hayırsızdır.” O halde kendimizin belirlediği ayrıntıları abartıp hayatın değişmez hakikatiymiş gibi ilan etmeyi bırakıp çerçeve değerlerde anlaştığımız fikirlerin etrafında birleşmeliyiz. Ne kadar az parçalı olursak o kadar güçlü oluruz. Ne kadar çok parçalı olursak o kadar manipülasyona açık hale gelir, krizleri besleriz…