Deizm; evrenin sonradan meydana gelmişliği/yaratılmışlığı ön kabulünden hareketle tanrının varlığını (ilk muharrik) kabul eden ve fakat kurumsal dinleri ve peygamberlik müessesini reddeden felsefi düşüncenin adıdır.
Deist fikirler, çok eski zamanlardan beri Doğu toplumlarında varlık bulan bir inanış biçimidir. Ancak bugün karşımıza çıkan ve daha sofistike bir felsefi disiplin haline dönüşen deizm; tıpkı ateizm gibi Hıristiyan teolojisinin, modern bir ideolojiye hatta dine dönüşen bilim karşısında aldığı yenilginin bir çıktısıdır. Ortaçağ skolastik düşünce ikliminin, dünyada yaşanan bilimsel ve felsefi gelişmelere ayak uyduramamasının ürettiği buhranlar, hem ateizmin hem de deizmin doğup yaygınlaşmasına yol açmıştır. Kitab-ı Mukaddes’in tahrif edilmişliğinin neden olduğu çelişkiler ve bilimsel bilgiyle tezat teşkil eden içerikler, bu süreçte Kiliseyi önemli tercihler yapmaya zorlamıştır. İsa’dan sonra teşekkül eden bugünkü Hıristiyanlığın gelişimi boyunca maruz kaldığı beşeri müdahaleler, dini aşkınlıktan koparmış ve tarihselliğe mahkum etmiştir. İncil’e dair orijinal metinlerin kaybolması ya da beşerileşme sürecinde bile isteye kaybedilmesi, Hıristiyanlık nezdinde din bilim çatışmasının zeminini teşkil etmiştir.
Dinin ve bilimin tezlerinin çatıştığı bu vetirede deizm, ateizme göre oldukça insaflı bir yaklaşım sergiler ve inadî inkar portresi çizen katı ateizmden kesin çizgilerle ayrılır. Materyalist ateistlerin savunduğu gibi maddeyi ezeli ya da kendi başına meydana gelmiş bir varlık olarak kabul etmeyi, onu yaratan bir varlık bulunması gerektiği fikrine tercih eder. Bu yaklaşımı, daha makul ve makbul görür.
Aslında deizm, Hıristiyan teolojisinin modern insanı maruz bıraktığı inanç krizine karşı, bir kurtuluş reçetesidir. Ateizm ile teizm arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılan Batı idrakinin sığındığı bir melcedir.
Bunalımlar çağının kasvetli anaforunda kendine bir anlam arayan modern insan, Kilisenin temsil ettiği Hıristiyanlığı değerlendirdiğinde müesses dinleri reddetmeyi tercih etmiş; yine muharref İncil ve beşeri eklentilerle tanrının oğlu İsa Mesih’in şahsında şekillenen nübüvveti analiz ettiğinde ise peygamberlik kurumunun inandırıcılığına ve lüzumuna kuşkuyla yaklaşmıştır.
Ateizm tanrıyı arayanların değil, tanrıdan kaçanların ürettiği bir düşüncedir. Deizm ise bir çıkmaz sokak sayılan ateizmden kaçarken kaçınılmaz olarak tanrıya sığınanların istasyonudur. Ateizmin kendine naylondan da olsa kalkan yaptığı en önemli felsefi ve teolojik sorun, kötülük problemidir. Deizm, bazı açılardan çıkmaz ve açmazlarla dolu bir problem olan teoside sorunsalından tanrıyı azade etmeyi de amaçlamaktadır.
Deizm, evreni yaratmış ve fakat kenara çekilerek onun işleyişine, içinde yaşayan insan ve insan dışı herhangi bir canlı türünün yapıp ettiklerine karışmayan dolayısıyla dünyada olup bitenlerden sorumlu tutulamayacak rafine bir tanrı fikrini teklif etmektedir.
Bugün, deist fikirlerin daha çok Batı’da neşv-ü nema bulduğu doğru olmakla birlikte Doğu’nun da bu akımlardan kafi derecede nasibini aldığını söyleyebiliriz. Son söz sadedinde Müslümanlar özelinde şunu söyleyebiliriz:
Batı dünyasındaki ateizm ve deizm, Hıristiyanlığı bilmekten; İslam dünyasındaki deizm ise İslam’ı bilmemekten doğmaktadır. İkinci şık için “el-Mer’ü adüvvün limâcehile” (Kişi bilmediğinin düşmanıdır) ilkesi, doğruluğunu ispat etmektedir. Ancak paragrafın ilk satırı için belki de bu mottoyu güncellemenin zamanıdır:
“İnsan, bildiğinin düşmanıdır.”
Baki selam…