Tüm mahlukatın Rabbi olan Hak Teala insanları, inanç temelinde ‘inananlar ve inanmayanlar’ diye iki kısma ayırır. Bundan maada inananların içinde de derecelendirmeler vardır. Bunlardan biri de muttakilerdir. Bakara suresinin hemen başında, müminlerin içinde seçkin bir sınıf şeklinde nitelenen ‘muttakiler’in özellikleri anlatılır. Surede muttakileri diğer sıradan müminlerden ayıran ilk özellik olarak “gayba iman etmeleri” belirtilir.
Peki gayb nedir?
Gayb, insanın temel bilgi edinme yollarından kabul edilen beş duyu aracılığıyla ya da herhangi bir akıl yürütme biçimi ile asla muttali olamayacağı, kesinlik derecesinde kavrayamayacağı bilgi türüdür. Beşerî akıl ve idrakin sınırlarının ötesinde ve dışındadır. Bu kavramsallaştırma hem fizik hem de metafizik bilgi çeşitleri için kullanılır. Vahiy kanalıyla bizlere ulaşan gaybî bilgi, imanın konusudur. Gayba dair bilginin vahiy dışında kalanı, kesinliği her daim şüpheyi içereceğinden dolayı spekülatiftir. Tam da bu sebepten Kuran, “gaybı sadece Allah’ın bileceğinin altını çizer” (Enam/59 ; Yunus/20) ve insanı şühûd (görünen) aleme yönlendirir. Müfredât’ın müellifi el-İsfehânî, gayb maddesinde bahusus bunun üzerinde durur.
İlgili ayetlerden anlaşıldığına göre, hem geçmişin hem de geleceğin bilgisi gaybın sahasında kalmaktadır. Aynı zamanda aşkın alemin ve başka boyutların malumatı da gaybî bilgi türündendir. Bir beşer olarak peygamberlerin gayba dair bilgisi, vahyin taşıdığından müteşekkildir. Nebilerin, kesinliği kuşku içermeyen kendilerinden menkul bir metafizik öngörüleri bulunup bulunmadığı meselesi tartışmalıdır.
“Allah, yeryüzünü önümde dürdü de şarkını ve garbını gördüm.” gibi hadisler üzerinden Peygamberimizin de gaybı bildiğine dair teoriler ortaya atılmışsa da bu görüşler, bizzat Hz. Aişe gibi öncü isimler tarafından yalanlanmıştır. (Müslim, İman, 287)
Ekseriyet alimlere göre, gaybın bilgisine erişmenin yegane yolu sadece vahiy ve onun bir süreği olarak mütevatir haberdir. Al-i İmran suresinin 179. ayeti bu konuda kesin bir sınır çizmektedir: “Allah size gaybı bildirecek değildir fakat Allah peygamberlerinden dilediğini seçer.”
Bir başka anlayışa göre ise keşfî/vehbî bilgi ve ilham yoluyla gaybın kapıları aralanabilir. Fahreddin er-Râzî ve İbn Haldun kimi mütefekkirler, ilham, keşf, rüya gibi yöntemlerle keramet ehlinin gayba muttali olabileceğini savunurlar.
İşte meselenin, inanç sistemimizde pek çok probleme davetiye çıkararak metodolojik bir sorunsala neden olan bam teli, tam da burasıdır.
Elbette ki Allah, ilimden dilediğine dilediğini hesapsız ve sınırsızca verebilir. Mülk de hikmet de O’nundur. Lakin vahiy dışında herhangi bir tarik ile bu bilgiye ulaşılabileceğini kabul etmek, dini bilginin epistemik temelini fay hattına inşa etmek gibidir. Kimlerin bu konuda liyakati bulunduğunun kararı, neye göre belirlenecektir? Şia’daki velayet nosyonundan mülhem olarak velayetin anlamsal ve kavramsal içerik değiştirerek sufi teolojiye geçmesiyle bilgi kuramları çeşitlenmiş ve zemin kayganlaşmıştır.
Türkiye özeline geldiğimizde, tekke ve zaviyelerin kaldırılmasıyla hukuki çerçevesini yitiren ve underground faaliyetlerle varlık mücadelesi verirken gelenek ve usullerini kaybeden bazı tarikatlar, icazet sisteminin bozulması ile tam bir karmaşayla karşı karşıya kalmıştır.
Hakiki sufi meşrep hareketlerle fasonların birbirine karıştığı bir hengamede, postnişin kabul edilen herkesin gaybî bilgiye muttali olduğunu kabul etmek mümkün müdür?
Baki selam…