Cuma günü Mısır’ın Kuzey Sina bölgesinde bir camiye düzenlenen saldırıda hayatını kaybedenlerin sayısı 300’ü aştı.
Mısır Başsavcılığı, saldırganların 25 ila 30 kişi arasında olduklarını ve DAEŞ bayrağı taşıdıklarını, Cuma namazı vakti imam hutbedeyken caminin kapılarını ve pencereleri tutarak cemaate ateş açtıklarını açıkladı.
Mısır ordusu ise saldırganlardan bazılarının hava saldırısıyla etkisiz hale getirildiğini öne sürdü.
Caminin sufilere ait olması ve DAEŞ’in geçmişte birçok kan dondurucu eyleme imza atması nedeniyle doğal olarak akla ilk başta örgütün Sina Yarımadası’ndaki kolu geliyor.
Abdülfettah Es-Sisi liderliğindeki Mısır cuntasının iddiası da zaten bu yönde.
Fakat yine geçmişte yaşanan birçok tecrübe bize ilk görüntüye aldanmamamızı söylüyor.
Cezayir’de köyleri basıp masum sivilleri vahşice katledenlerin İslamcı militanlar değil dağdaki gruplara sızarak kontrolü ellerine geçiren istihbarat ajanları olduğunu yıllar sonra öğrendiğimiz gibi.
Irak’ta ve Suriye’de yaşananları, PKK-DAEŞ ortaklığını ve rol paylaşımını, Rakka’da görevli teröristlerin Amerika’nın kontrolünde otobüslerle başka bölgelere naklini müşahede ettikten sonra DAEŞ’in sapkın görüşlü üç-beş teröristten oluşan sıradan bir örgüt olmadığını da biliyoruz artık.
Kuzey Sina’daki cami katliamı ister DAEŞ militanları tarafından gerçekleştirilmiş olsun isterse DAEŞ militanı kılığına giren başkaları tarafından gerçekleştirilmiş olsun, üzerindeki koyu sis perdesinin kalkması için cevaplanması gereken birçok soru var.
Sadece DAEŞ’in değil, İsrail’in ve Dahlan çetesinin de at oynattığı bir bölge olan Sina Yarımadası’nda “Yüzyılın Anlaşması” kapsamında Filistinliler için “alternatif vatan” oluşturulacağı ve Filistin sorununun bu şekilde çözüleceği iddiası gündemde.
İsrail işgal ettiği topraklardan çekilmeye yanaşmadığı için Filistinlilere Ürdün topraklarında alternatif vatan oluşturulması fikri daha önce de epey konuşulmuştu.
Tel Aviv’le ilişkileri ne kadar iyi olursa olsun, Amman’ın alternatif vatan fikrine şiddetle karşı çıktığı biliniyor.
Abdülfettah Es-Sisi’nin başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap ülkelerinin İsrail’le yapacağı kapsamlı bir barış anlaşması çerçevesinde “Sina’da Filistinliler için alternatif vatan” planına sıcak baktığı ve bu nedenle bölge sakinlerinin çeşitli yollarla göçe zorlandığı yönünde iddialar var.
Cuma günkü kanlı saldırı ister istemez bunları da akla getiriyor.
Kuzey Sina’daki katliam, terörle mücadele bahanesiyle meşruiyet devşirmeye çalışan Mısır cuntasının – şayet katliamda rolü yoksa – halkı korumakta başarısız olduğunu gösteriyor.
Arap Baharı’na savaş açanların başlıca bahaneleri güvenlikti.
Demokrasi yanlılarına yaptıkları baskıları, “halkın huzur ve güvenini sağlama çabası” gibi gösteriyorlardı.
Demokrasinin uygulanması için güvenlikten ödün vermek şartmış gibi insanları iki seçenekten birini tercihe zorluyor, “Özgür ve şeffaf seçimler istemeyerek sorun çıkarmayın, huzur ve güven içinde yaşamanıza bakın” diyorlardı.
Mısır’da darbeden bu yana yaşananlar ve son katliam söz konusu iddianın asılsız olduğunu gayet net bir şekilde ortaya koyuyor.
Ekonomik hiçbir başarıya imza atamayan cunta, halkın can güvenliğini de sağlayamıyor.
Çünkü gerçekte terörle mücadele yerine halkın ayrılmaz bir parçası olan Müslüman Kardeşler’i hedef alıyor.
Abdülfettah Es-Sisi, Kuzey Sina’daki cami katliamı sonrası yaptığı açıklamada, güvenlik güçlerinin “fanatik tekfircilere” “zalimce/vahşice bir güç” kullanarak karşılık vereceğini söyledi.
Cunta liderinin bu sözlerinin ardından Mısır ordusunun Sina Yarımadası’nda düzenleyeceği operasyonlarda ve hava saldırılarında masum sivillerden çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesinden endişe duyuluyor.