Türkiye büyük bir “savaşın” içinde. Ülke ve millet olarak bunun ne kadar farkındayız? “Söylem” olarak farkındayız ancak “eylem” olarak farkında olduğumuzu düşünmüyorum. Tehlikeyi görüyoruz ancak tehlikeyi bertaraf edecek iş ve icraatlar için gerekli adımları atmakta ağır davranıyoruz…

Savaşı başlatan biz değiliz. Batı’ya sefere çıkan da biz değiliz. Bir yerleri fethetme hevesinde olan hiç değiliz. Ancak ABD, Hristiyan/Haçlı saldırısı için aylar önce “Ankara seferine” çıktı. Vatanımızı korumak, işgal altındaki diğer ülkelere ilham, mazlum halklara umut olmak için bu savaşı kazanmamız gerekiyor. Savaşları iyi bir komutan ve iyi bir ordu ile kazanırsınız…

Komutanımız dünyanın en iyi komutanı. Resmî üniformalı ordumuz dünyanın en cesur askerlerinden oluşuyor. İçindeki FETÖ’cü, darbeci, cuntacı maşalar birer birer tasfiye ediliyor. Bu dönüşüm bittiğinde üniformalı ordumuzun önünde hiçbir ordu duramaz!

İkinci ordumuz, üzerinde üniforma olmayan 80 milyon vatandaşımızdır. Milletimizin Kurtuluş Savaşı’nda neler yaptığını, dünyanın en güçlü ülkelerinin düzenli ordularını nasıl önüne katıp kovaladığını biliyorsunuz. Kurtuluş Savaşı’nı kazanan, Türkiye’nin bu büyük zaferinin altında; bir şahsın, bir komutanın, bir devlet adamının tek başına imzası yoktur. Zaferi altında 10 milyon Müslüman Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez halklarının imzası vardır! Savaşta, birlik ve beraberliğimiz en büyük ve en güçlü silahımızdır.

***

Bir komutanı ve ordusunu savaşta zafere götüren püf noktası nedir? Türkiye’yi bu savaşta zafere taşıyacak en değerli şey nedir gerçekten?

Ülkemizin ve milletimizin geçmişinden dersler çıkararak, köklerimizden ilhamlar alarak bunu başaracağız. Unutmayın tarih tekerrürden ibarettir. Dün olanların aynısı bugün de yaşanıyor. Dünün bilgilerini kullanarak, atalarımızın zafere giden yolda kullandıkları taktikleri ve öğretileri rehber edinerek zafere ulaşacağız! İşte bize ışık tutacak örnek…

“Yavuz Sultan Selim, Haziran 1516’da orduya Mısır seferi için hareket emri verdi. Ordu, Gebze yakınlarında bağlık-bahçelik bir arazide mola verdi. Etrafta üzüm bağları ve elma bahçeleri vardı. Padişah, Yeniçeri Ağası’nı yanına çağırdı:

-Bütün askerlerin heybeleri aransın. Heybesinde çalıntı bir meyve çıkan askeri bana getirin!

Yeniçeri Ağası, tüm askerlerin heybelerini arattı. Ancak hiçbir askerin heybesinde meyve veya çalıntı bir şeye rastlanmadı. Durum, Yavuz Sultan’a bildirildiğinde, padişahın sevincine diyecek yoktu. Allah’a şöyle şükretti:

-Allah’ım sana sonsuz şükürler olsun! Bana haram yemeyen bir ordu verdin. Eğer askerim içinde tek bir kişi dâhi, sahibinden izinsiz bir meyve koparıp yeseydi ve ben bunu haber alsaydım, Mısır seferinden vazgeçerdim! Çünkü haram yiyen bir orduyla hiçbir yer fethedilemez!”

***

Tarihimizin ve atalarımızın “zafere giden yolda” bugünkü Türkiye’ye tutukları ışık budur…

Allah için savaşmayan bir “ordu” ve banka hesapları, cebi, midesi, aklı, ruhu haramla dolu bir milletle hiçbir yer fethedilemez.

Milletimizin Yavuz’un ordusu olması konusunda alması gereken çok yol var. Bu bilinci ve bu anlayışı yeniden gün yüzüne çıkarırsak; ABD’nin çıktığı “Ankara seferinde” onlara tarihin en büyük hezimetini yaşatırız. Komutan Erdoğan’a da “Batı seferine çıkma” konusunda büyük bir güç veririz!..

Unutmadan son bir hatırlatma yapayım. ABD ile savaş halindeyken; karnını Amerikan hamburgercisinde doyuran, keyif kahvesini de Amerikan kahvecisinde yudumlayan bir gençlikle zafere yürüyemeyeceğimizi de bilelim!