Başarı kriterinin sadece alınan yüksek not ve sınav sonuçlarına endekslendiği son çeyrek asır bir yitik dönem bana göre… Evet bu çeyrek asırlık dönem, eğitim sistemimizin marazi sürecini ve sağlıksız neticelerini gözler önüne seriyor. Öyle yitik, öyle sancılı bir süreçti ki bu, az sayıda başarılı öğrencinin sevinci, çok sayıda kendine yabancılaşmış gencin hüsranına sebep olduğundan boğazımızda düğümlendi.

Sayılı ebeveyn, fıtri özellikleri asimile olmadan başarıya ulaşmış evladı ile gurur duydu. Pek çok, okul ve dershane yönetimi, öğrencilerin başarısını kendilerine mâl etti. “Varsın olsun” diyemediğim, bu böyle giderse neye yanacağımı bilemediğim eğitim sistemimiz, acaba kaç öğrenciyi fıtri özelliklerini deforme etmeden başarıya ulaştırdı merak ediyorum.

Resme çok yetenekli öğrencime, “Üniversitede, matematik öğretmeni de sen de 4 yıl branş eğitimi alacaksın ama eğitim verdiğin okulda, matematik öğretmeni kadar ağırlanmayacaksın? Neden? Çünkü sayısal branşlar sosyal statü atlatıyor bu ülkede, sanatta neymiş” dediğimde, sırtımdan ter süzülmese ne güzel olurdu. Midesi bulanarak matematik çalışan öğrencim, atölyeme gelip özel ders talebinde bulunmasaydı, gittiği okul tüm branşları ayırımsız önemseyen bir eğitim modeline sahip olsaydı keşke…

Dahası, ülkemizde, psikolojik bunalım potansiyelinin gençlerde hızla yayılmasının gerekçesini bildiğimiz halde değişmeyen şartların seyircisi olmasaydık!

“Pi” sayısının değeri, redoks sistemi, Pisagor teoremi, Öklid bağıntısı ezber edilerek alınan notlar, kazanılan branşlar, gençlerin kalan ömürlerini ne kadar mutlu ediyor? Bundan da vazgeçtim, bu bilgiler zihinlerde kalıcı mı?

Keşke… Matematik biliminin hayatın her alanında karşılığı olduğu inkâr edilemez. Analitik düşünebilmek, pratik karar verme, yerli yerinde fikir ve iş üretmenin vazgeçilmez kaidesi matematiktir de, bu farkındalıkla matematik eğitimi verilebiliyor mu?

Neden gözümüzden kaçan bir gerçekliğin altını hiç çizmiyoruz; Çocuk başarılı ise mutlu, başarısızsa mutsuz ve hırçın!

Her çocuk cerrah olsun istiyoruz. Anne-babası öyle diliyor diye… Çocuğu kan tutuyormuş ne gam!?

Anne-baba uygun buluyor diye öğretmen olsun diyoruz, çocuk tez canlıymış, sabırsızmış ne önemi var?!

Kendi olamadığımız meslekleri yavrularımıza yakıştırırken, kendine yabancılaşmış bir evladın içindeki anaforlardan haberdar olamayışımız ise başka bir sancı.

Öte yandan, Rabbin adilane dağıttığı melekelerin hiçe saymakla toplumsal dengelerin alt üst edildiğini de göz ardı ediyoruz.

Peki, ekonomik kazançlar baz alınarak tercih edilmiş meslekler, fıtri yeti ve melekelerimize yakışmıyorsa prestijli addedebilir miyiz?

Görünürde prestijli olabilir ancak ziyana uğramış, kendine yabancılaşmış, kendi varlık değerine hayatta izah bulamamış, sipariş usulü hayatı adımlamaya sevk edilmiş genç bir ruh için zorlandığı meslek, prestijli bir kazanç mı, yoksa afili bir kayıp mıdır?

Hasılı, bu uzun, upuzun bir mesele…

Yeni eğitim-öğretim dönemine gireceğimiz şu günlerde eğitim sistemimizde köklü değişimler yapılması gerektiğini düşündüğümden zihnimdeki bir kaç soruyu güncellemek istedim.

Bir nesil daha yitirmek istemiyorsak, fıtri yetilerimize yakışan mesleklerin en prestijli meslek olduğu gerçeğini kabul eden bir sisteme muhtaç olduğumuzun altını çizmek diledim.

Eğitim sistemimizin, yavrularımızı sayılarla değil, kendilerine bahşedilmiş özel meleke ve yetilerle muhatap alarak onurlandırması gerekiyor.

Çok zarif, çok üretken, çok girişimci, çok sükûn, çok nazlı, çok heyecanlı, çok paylaşımcı, çok cesur, çok, çok, çok…

İşte, çocuklarımızdaki bu “çok” özel yanlara yakışan meslek tercihlerini sağlayacak olan eğitim, sağlıklı toplumun sıhhatli reçetesi olacaktır.

Çocuklarımız, yaz aylarında bile, yabancı dil kursları, özel hocalardan alınan matematik derslerine gönderilirken, yüzündeki gülüşü, gözlerindeki ışığı zamana rehin vermeyecek.

O öyle bir rehinci ki, bin Raskolnikov gelse katledemeyecek ve o gülüşlerin o ışığın faizi asla ödenemeyecek!