Ne de güzel söylemiş üstat Necip Fazıl değil mi? Kaybolan, ziyan olan yıllar sanırım ancak bu kadar güzel anlatılırdı. Hey hat!.. Bizimde o güzelim gençlik yıllarımız, Allah-u Teâlâ’nın bizlere bahşettiği o büyük nimet, hayatımızın en önemli safhası, göz açıp kaparken ne varsa kayboldu bütün acı tatlı hatıralarımız… Evet! Ömrümüzün en güzel yılları adeta bir su gibi aktı geçti ve gitti… Hiçliğin karanlık boşluğuna, tek yöne bilet alıp da gitti. Gitti gitmesine de lakin o vakitler bizim de aklımız üstat gibi bir karış havada idi. Gidişinden haberimiz dahi olmadı…
Evet, tartışmasız gençlik insan hayatının baharıdır. Gençlik, insanın kanının en deli aktığı, en verimli ve en hareketli olduğu bir dönemdir. Gençlik, kişiliğin ve karakterin oluşmaya, artık iyice filiz vermeye başladığı bir dönemdir. Lakin şeytanın cirit attığı, nefse ve iradeye sahip olmanın da en zor olduğu dönemdir. Gençlik, kıymetini bilmemiz ve hakkını vermemiz gereken beş önemli büyük nimetten de biridir. O zaman hemen şimdi Fahri Kâinat Efendimizin (s.a.v) Hadis-i Şerif’ine derhal kulak kesilelim. Ne buyurmuştu efendimiz? “İhtiyarlık gelip çatmadan evvel gençliğin, hastalıktan evvel sıhhatin, fakir düşmeden evvel varlıklı olmanın, meşguliyetten evvel boş zamanın, ölüm gelmeden evvel hayatın kıymetini bil, bunların hakkını ver.” Rabbim ondan gani gani razı olsun…
Kıymetli dostlar unutmayalım ki, tüm toplumları oluşturanlar bizim gibi etten kemikten yaratılmış insanlardır. Toplumların istikbalini de gençler belirler. İnsanoğlu asla başıboş bırakılmamıştır. Bilesiniz ki bizler o büyük günde, hesap gününde yalnız nefislerimizden değil, nesillerimizden de sorumlu tutulacağız. Baştan, ilk elden itiraf edip yekten söylemek isterim : ‘’Bir kere gençlerimizi şu bodoslama suçlama huyumuzdan Allah aşkına bir vazgeçelim.’’ Gelin bu sefer öyle hemen işin kolayına kaçmayalım. İğneyi kendimize çuvaldızı onlara batıralım. Çünkü onları sürekli suçlayarak bugüne kadar bir yere varamadık varamayız da. Söyleyin hele, onların düştüğü iddia ettiğimiz o günah çukuruna bizler hiç düşmedik mi? O çetrefilli, türbülanslı yolların alayından bizler de geçmedik mi? Buyurun o zaman, ilk taşı içimizden günahsız olanlar atsın… Meselenin çözümü için bir de ne olur şu bayatlamış klişe cümleden ‘’Bu gençlik nereye gidiyor’’dan da artık acilen kurtulalım isterseniz… Gençleri sorgulamaktan artık vazgeçip, bizim de içinde bulunduğumuz bu bataklıktan, onları nasıl kurtarırız, ona kafa patlatalım artık. Deyin hele! Bundan otuz sene önce de elli sene önce de hatta yüz sene önce de dedelerimizde aynı yakıcı soruyu birbirlerine sormuyorlar mıydı? Torunlarımızın da aynı soruyu bizlere sormasını istemiyor isek artık lütfen harekete geçelim…
O vakit Charles de Montesquieu ile hemen yol almaya başlayalım. Ne diyordu Montesquieu; ‘’Milletin genç unsurları asla bozuk olmaz, onlar ancak yetişkin adamlar bozulduğu zaman bozulurlar…’’ Sanırım mevzu anlaşıldı… O vakit hadi ilk iş olarak şu topu taca atma huyumuzdan bir vazgeçelim. Artık bu yıkıcı gerçeği kabul edelim. Evet, gençlerden önce bizler bozulmuşuz bile… Kendisi yamuk olan başkasını nasıl düzeltsin? Deyin hele! Bizler ebeveynler olarak yeterince gençlerimize vakit ayırıyor muyuz? Onları adam yerine koyup, karşımıza alıp konuşuyor muyuz? Onlara hak ettikleri ilgi ve alakayı, sevgiyi, şefkati hiç yüksünmeden gösterebiliyor muyuz? Onları dizimizin dibine oturtup değerlerimizi, dinimizi, Peygamber efendimizin ahlakını, sahabelerin hayatını, ecdadımızın yaşam şeklini hiç anlattık mı? Evlatlarımızı; İçki, sigara kumar, fuhuş gibi zararlı ve yasak şeylerden, uyuşturucu vb. kötü alışkanlıklardan uzak kalması için yeterince uyarıyor muyuz? Topluma ve millete faydalı bir birey olmaları adına yeterince onlara zaman ayırıp, onların ruhsal gelişimlerine katkıda bulunabiliyor muyuz?
Artık tez zamanda bu kısır döngüden kurtulmalı ve bataklığı kurutmalıyız. Sanırım yarım asır önce olsa gerek, üstat Cemil Meriç de bu çirkin durumdan oldukça rahatsızdı değil mi? Teşhisi koymuş, tam on ikiden vurmuş ve o damıtılmış sözleri ile üstat şöyle demişti: ‘’Bu gençlik irfansız yetiştiği için Batının her türlü hastalığına açıktır. Eğer biz dinimizi, edebiyatımızı, irfanımızı bilseydik böyle olmazdı. Evvela kendi düşüncemizi bilmemiz lazımdır. Her şeyi bilmek mecburiyetindeyiz. Bugünkü gençliğin kendi değerlerini bilmesi lazımdır. Gençlik meselesi diye bir şey yoktur. Kafası boş bırakılan, irfansız yetişen bir gençlik vardır; bunların kabahatlisi kendisi değildir. Eğitim metodundan ileri geliyor. Batının oyuncağı olan birtakım insanların uzun zamandan beri uyguladıkları metottan (aslında metotsuzluktan) dolayı gençlerimiz böyle olmuştur. ‘’
Allah razı olsun üstat doğru söylemiş değil mi! Bugünde esasen çok fazla değişen bir şey yok.! Eğitim-öğretim hayatı boyunca hiçbir öğrenci kendisine anlatılanları gerçek amacıyla öğrenmeye çalışmıyor… Çünkü bugünkü sistem bize öğrenmeye değil ezberi öğretiyor. Bir an önce okulu bitirtip, gösterişli bol kazançlı işlere yerleştirmeyi hedefliyor. Öğretmenlerimiz de işlerini yaparak ellerine tutuşturulan müfredatı su gibi anlatıp geçiyorlar. O zaman da ne oluyor? Geleceğimizin teminatı olarak gördüğümüz gençler, maalesef milli ve manevi değerlerden bihaber, kopyala yapıştır bilgilerle günübirlik yaşam felsefesini ilke edinmiş olarak yetişiyorlar…
Hal böyle olunca da; ‘’Elimizde kala kala hayatın merkezine muhabbeti, eğlenceyi ve marka giyinmeyi koymuş, ellerindeki akıllı telefonlar marifetiyle sosyal medya ve teknolojinin esiri haline gelmiş, kafelerde nargile çekerek çürüyen, zamanını heba eden bir nesil kalıyor.’’ Azıcık aklımız vardı, onu da akıllı telefonlara teslim ettik. Farkındasınız değil mi kıymetli dostlar? Cep telefonu bağımlılığı akıllara ziyan bir şekilde arttı ve iş artık iyice şirazesinden çıktı. Ve bu yakışıksız durum üç yaşından, seksen üç yaşına varana kadar kahir ekseriyetimizi kuşattı… Artık kimse kimseyle konuşmuyor, kimse kimseyi görmüyor. İnsanlar el kadar telefonun içerisine adeta hapsolmuş vaziyetteler. Televizyonla, internetle, ahlaksız müzik ve kliplerle, dizilerle, filmlerle, programlarla ahlak anlayışımız değiştiriliyor, toplum olarak ahlaki çöküntüye doğru hızla yol alıyoruz. Toplum içerisinde, toplu taşıma araçlarında, birbirine sırnaşanlar, öpüşenler hak getire… Zina, alkol, çıplaklık artık normal karşılanır oldu. Eşcinsellik, ensest ilişkiler, şiddet, uyuşturucu, gıybet, dedikodu, belden aşağı muhabbetler ve daha sayabileceğimiz birçok ahlaksızlık aldı başını gitti…
Hesap gününde ‘’Gençliğini nerede harcadın’’ sorusuna Rabbimizin istediği gibi cevap veremeden ayaklarımızın bir milim dahi kımıldamayacağını biliyoruz değil mi? O vakit bilesiniz ki, bizler böyle devam ettiğimiz sürece maalesef orada da güneşli ihtimaller bizleri karşılamayacaktır. Artık bir an önce zihinlerimizi formatlamak, rüzgârı tersine çevirmek, neslimizi ve kendimizi bu yakışıksız durumlardan muhafaza etmek zorundayız. Nefsin ve şeytanın kıskacında olan birisinin hem kendisine hem de çevresine karşı sorumluluklarını yerine getirebilmesi oldukça zordur. Bu ülkenin has çocukları gençleri, doğru yönlendirildiği takdirde önce kendisine, sonra dinine, vatanına, milletine ve tüm insanlığa pek çok müspet katkılar sağlayacaklardır.
Tüm dünya üzerinde, İslam düşmanları tarafından, hakikatlerin üzerinin örtülmeye ve karartılmaya çalışıldığı bir dönemden geçtiğimiz doğrudur. Lakin bilesiniz ki artık mecalimiz de kalmadı!Vakit sancağı devralacak, emaneti koruyacak, ruhumuzun mayasını oluşturacak gençlere yol verme vaktidir. Cenâb-ı Hak, bizlere vermiş olduğu gençlik nimetini heba etmeden en güzel şekilde değerlendirmeyi ve ahirette ebedî bir gençlik kazanmayı nasip etsin inşallah…
Allah’a emanet…