Zaman zaman konferans ve sempozyumlara katılma davetleri alıyorum. Bazen bu gibi davetlerin bir kısmının, İslam dünyasının fikir ve akıl bakımından ne kadar boş olduğuna delil teşkil ettiğini düşünürüm… Çünkü ara ara ihtisas alanımıza oldukça uzak konularda konuşmak için davet ediliyoruz. Konuşmalarımı dinleyen, yazdıklarımı okuyan çok sayıda insan var… Ancak ben bir ilim adamı olmaktan çok uzağım. Ben sadece insanlarıbilgi edinmeye teşvik ediyorum.

Allah rahmet eylesin, annem ilmi çok severdi. Ezher’de eğitim görmek için (1946’da) Mısır’a gitmemde büyük bir rol oynamıştı. Kur’an’ı okuyordu ama eğitim görmüş biri değildi. Fakat ilme inanırdı. Ben de annem gibi ilme inanırım. Lâkin ben bir âlim değilim.

Her zaman söylediğim gibi İslam dünyası gençliğinden, bu din uğrunda canlarını ve mallarını feda etmeye hazır çok sayıda insan var. Ancak ciddi bir eğitim ve uzun soluklu bilimsel araştırma uğruna ömrünün birkaç yılını harcamaya hazır gençlerin sayısı oldukça azdır. Derinlikli ilmî çalışmaların değeri Müslümanlar arasında hâlâ şüpheli bir konudur. Özellikle belirtmeliyim ki canını feda etmek bir anlık hamasetle mümkün olabilmektedir. Oysa ilim elde etmek, bilinç ve bağlılık açısından daimî bir çaba ve kesintisiz bir enerji gerektirir.

İşte bu yüzden bazı konferanslara gidip konuşmacıları dinlediğimde veya tebliğlerini okuduğumda umutsuzluğa kapıldığım olur. Zira sorunlarımıza yönelikçözüm önerileri bulunmadığını görüyorum! Dahası, uzmanı olmadıkları konularda konuşuyorlar! İnsanlar, bunların en azından bazılarının ne kadar cahil olduğunu yakından görüp dağılıyorlar.

İşte bu sebeple diyorum ki; ey gençler, ilim elde etmeye odaklanın! Korkarım size İslam dünyasında henüz gerçek ilim adamlarımız olmadığını söylemek zorundayım. Âlimlerimiz atalarına muhalefet etmekten korkmaktadır. Bu yüzden de Rasulullah’ın (s) bizi dikkatli olmaya çağırdığı bir vaziyete düştük: İlmi olmadan fetva veren ve böylece hem kendi sapan hem de başkalarını saptıran cahillere sığınır olduk!*

Zaman zaman ziyaretime gelerek bazı gençler bana şu meyanda sorular yöneltiyorlar: “Anlattığınız ve yazdığınız bu ilginç fikirler nedir böyle? İslam dünyasında buna benzer fikirleri konuşan ya da yazan senden başka bir kişi daha olduğunu sanmıyoruz!”

Buna benzer tepkiler, ya heyecanlı gençler daha önce tanımadıkları yeni fikirleri öğrendiklerinde ya da bir konuşmacıyı veya hocayı dinledikten sonra ona bağlanıp peşinden gitme ihtiyacı duyduklarında ortaya çıkmaktadır. Bu da bize, Şemseddin Tebrizî ile karşılaştığında Celaleddin Rûmî’nin başına gelenleri hatırlatmaktadır:

Celaleddin, daha önce hiç duymadığı bir fikri ondan duyunca şok olmuş ve Tebrizî’nin fikirlerine âdeta tutsak olmuştu. O kadar ki, Rûmî’nin öğrencileri Şems’e çok kızmış ve onu şehirden kovmuştu. Bu olaydan sonra Rûmî’nin tek önemli işi bu olmuş, öğrencilerini terk edip Tebrizî’yi armaya koyulmuştu. Uzun süre onu aramaya devam ettikten sonra fikrî bir aydınlanma yaşayarak uyanmıştı:

Aah! Ben Şems’i kaybetmedim, benim aradığım Şems değil aslında, aksine ben kendimi arıyormuşum!! İşte o an Şems’i aramayı bırakan Rûmî geri dönüp kitabı “Mesnevî”yi telif etmeye başlamıştı. Son derece özgün ve yüksek düzeyli bu kitap, onun atalarının belirlediği çerçeveden çıkıp kendisini gerçekten bulduğunun ve canlı fikirler üretip gerçek tecrübeler edindiğinin delilidir.

Ben de kendimi buldum. Sen ey sevgili okuyucu kardeşim, olayı kavrayıp ilim ve derin bilgi için nitelikli zaman harcarsan, işte o zaman ne bana ne de başka birine ihtiyacın kalır. O zaman bizzat yolda olursun. İşte o zaman “Hayy ve Qayyûm: Diri ve Varlığı Yöneten” Allah ile, O’nun “âfâq ve enfüs: dış ve iç (dünya)” âyetleriyle (göstergeleriyle) beraber olursun.

Bu büyük bir olaydır. İşte bu yüzdendir ki, nasıl özgürleşeceğimizi, Allah’a ve O’nun sünnetlerine (yasalarına) nasıl bağlanacağımızı kendisinden öğrenebileceğimiz, hakikaten anlayan, inanıp güvenen, bize yolumuzu ve kendimizi nasıl bulabileceğimizi öğretecek bir insan bulmayı umut ediyoruz. Bizi müritlerinden ya da takipçilerinden biri yapacak birini değil…

Çeviri: Fethi Güngör

* Cevdet Said bu sözüyle şu rivayete atıf yapmaktadır: “En çok hadis rivayet edenlerden biri olan, Kur’an’ı ve eski kitapları okuyabilen âlim sahâbî Abdullah b. Amr’ın naklettiği bir hadis-i şerifte Peygamberimiz bu duruma şöyle dikkat çeker: “Kuşkusuz Allah, ilmi kullarının arasından çekip almaz, bilakis âlimlerin vefatıyla onu alır ve sonunda hiç âlim bırakmaz. İnsanlar da cahil kimseleri önder edinirler. Bu cahillere birtakım sorular sorulur, onlar da bilgisizce fetva verirler. Böylelikle hem kendileri sapar hem de insanları saptırırlar!” (Buhârî, İlim 34).

https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/?p=kitap&h=sapt%C4%B1r%C4%B1r&i=1.1.382&t=0, 01.12.2018.