Sen giderken, adımların gömüldü yollarda… Caddenin gürültüsü sokaklarda azaldı. Akşamla beraber, bir kömür dumanı çöktü üzerimize.

*

Sen gittin; mezardaki bir ‘ölü gibi’ yalnız kaldım ardında ben. Sana bana ayrılık yoktu da “ölüm” vardı işte… Hep böyle değil miydi zaten, sevgi kendi derinliğini, kaybettiğinde anlıyordu.

*

Bulutlar terk ederken şehri, geride bir balkon boşluğu kaldı. Sıcacık bir yuvanın, ayların soğuğuyla dışlanmış ıssız köşesi gibi. Öyledir belki de, mevsim olarak ‘ayrılık’ kıştır. …Ve kim bilir her gün kaç kişi ile “son defa” görüşüyoruz?

*

İçerideki sobada odun tutuşuyor kendiliğinden, acıyla… Elektrikler de kesiliyor ara ara, gittiğindendir gönülden gönüle bağlı hayat damarlarımızın da kopmasıyla… Fotoğraflarına sürme çekiyorum adeta, mumların bıraktığı is ile… Yine de bir umut yollarını bekliyorum; balkondayım, belki “görünürsen” diye…

*

Saatler, son gecemiz üzerinden geçerken cenazesiyle; ben ağladım ise de toprak güldü kavuşmak ile sana. Oysa gönül kuşu, dağınık saçların arasında yuva kurardı. Saçının büklümü can ipliğime dolanırdı. “Ayrılık” can almaktır aslında. Ancak unutma ki vedayla sen “can” alırken; bana da “şan” kaldı, yine senden miras ile. Beni cansız bıraktın ya giderken, bu uygun mudur?

*

Sanmıştım ki; sığarım ‘tek kişilik’ yalnızlığa… Ancak düşüncelerim her nefes alışımda umuttan çaresizliğe, çaresizlikten umuda doğru yön değiştiriyor. Kalbim ve aklım savaştaydı; değişen bağlılıklar, ilan edilen zaferler, teslim oluşlar ile… Üzücü bir ayrılık, acı bir sabır ve umutsuz bir cefa sürmekteydim. Sonunda anladım gelip geçici ayrılık zihin yorgunluğundan başka şey değilken, ‘ebedi ayrılık’ gönül yorgunluğu yapıyordu.

*

Hatırlarım; geceyi bir ses bölüyor, çığlık gibi… Yüzüne kadar çektiği yorganı ve başını koyduğu yastıkla bastırdığı hıçkırıkları, pencereyle pervazı arasındaki boşluktan sızan rüzgarlarla sessizliğe karışıyor. Öğrendim ki; özlemler ve istekler daha çok gece yarısı sinsice yaklaşarak insanın ruhunu memnuniyetsizlikle dolduruyordu. İniltileri evdekileri uyandırır; geceler uzun, geceler tatsız olurdu. Nereye baksa, her yerde giden oğlunu görürdü. Bahçedeki ağaçların arasında dolaşan uğultuda, sokağın başındaki dönemeçte veya bir istasyon koltuğunda…

*

Hâlâ aklımdadır; beyaz saçlarını tarayışın aynada… Yine buluşuyor ellerimiz uzakta ve göz göze geliyoruz. Kaybettiği “büyük oğlu” için sızlanan ve yaş haddiyle sızılarına yenilen kadın, geçenlerde sesini duydum yine, kanlı canlı günlerinden kayda çekilmiş teypteki kasetten… Eğer ağlayan gözlere uyku giriyor olsaydı, rüya demek de mümkündü babaanne. Düşmandan kaçmış gibi terk ederek gittin evini…

Ben de canı terk ederek, başka şeylerden kurtulmuş olarak seni özlüyorum babaanne. Kitabevinin duvarına yazmışlar, “Ölüm Allah’ın emri, ayrılık olmasaydı.”

Ahirette buluşmak üzere…