Dünya, özellikle bizim yaşadığımız coğrafya uzun zamandır yeni bir mühendislik çalışması ile karşı karşıya. Yüzyıl önce ellerine cetvelleri alıp emperyal emelleri doğrultusunda sınırlar çizip, “devlet”ler kuranlar, yüzyıl sonra bugün de aynı şeyleri yapmaya niyetliler. Bizim coğrafyamızı resmen çalışma alanı, laboratuarı olarak kullanıyorlar. Daha önce birçok vesileyle dile getirdik, yazdık. Emperyal Batı(l) dünyası önce çaktırmadan virüs üretiyor, bize bulaştırıyor, sonra doktor önlüğünü giyip bizi tedavi etmeye geldiğini söylüyor. Ondan sonrası malum; bütün coğrafya kanserle cebelleşiyor!

         Batı(l) dünyası, yüz yıl önce cetveli ellerine alıp coğrafyamızı dizayn ettiğinde, yüz yıl sonrasını ve planını tasarlayarak gerçekleştirdi elbette. O dönemde elindeki kozu pervasızca kullanıp Kürtlerin yaşadığı coğrafyayı dört ülke arasında pay etti. Ta ki vakti geldiğinde yaraları kaşımak ve yeni bir mühendislik çalışmalarına aracı olarak kullanmak için. İşte bugün o mühendislik çalışmasının yapılmak istendiği gündür.

         Erdoğan yola çıktığında bu durumun farkındaydı ve oyunu bozmak için politika üretecekti. İktidarının ilk yıllarında, Türkiye’nin kalkınması, ekonomik olarak ayaklarının üstünde durması için mesai harcadı. Bunu başarınca siyasi, sosyal meselelerin üzerine eğilme vakti gelmişti.

         Türkiye’nin “en çılgın proje”si, “barış süreci”ni başlatmak, devam ettirmek, onca manipülasyon ve sabotajlara rağmen “eski devlet aklı”nın demode yöntemlerini dayatanlara direnip yeni şeylerin söylenmesi gerektiğini ifade etmek, bunu uygulamak moda tabirle devrim gerçekleştirmekti. Zira Merhum Özal ve Erbakan’ın birkaç (o dönemin şartları içerisinde düşündüğümüzde güçlü, hâlihazırda şartlarda baktığımızda cılız) girişimi haricinde Kürt meselesinin halline yönelik adım atılmadı. Ta ki Erdoğan elini,  hatta gövdesini taşın altına koyup risk alarak kardeşlik elini uzatana dek. Erdoğan kardeşlik elini uzattı uzatmasına, elini, gövdesini taşın altına koydu koymasına ama Batı(l) dünyasının, bölgemizdeki (Castro’nun tabiriyle) “petrol bekçisi” olan HDPKK, hem Erdoğan’ı hem de Kürtleri taşın altında bırakmak için çabaladı ve nihayete ermesine izin vermedi. Bu meseleyi halleden Türkiye’nin, sırtındaki kamburdan kurtulması demekti.

         Mel’unlar izin vermedi diye ye’se düşecek halimiz yok. Devlet, millet el ele vererek bütün sorunlarımızı yine konuşur ve üstesinden geleceğiz Allah’ın izniyle. Reis-i Cumhurumuzun da birçok defa ifade ettiği gibi bundan sonra muhatap millettir. Bu çerçevede Reis-i Cumhurumuzun “rabia” formülü, hususan “tek millet” söylemi iyi anlaşılmalı. Cumhurbaşkanımızın bahsettiği “tek millet” tabiri ırk temelli bir anlam ihtiva etmiyor. Bu tabiri manipüle edip anlamından saptıran, bu yolla Kürtleri, Erdoğan’a karşı dolduruşa getirmek isteyen bir güruh (ki bu HDPKK’ya tekabül ediyor) var. Kürtlerin geleceği, huzuru, refahı, Malazgirt’ten bu yana sürdürülen ittifaktadır. O ittifakın temsilcisi ve önderi de hâlihazırda Erdoğan’dır.

         AK Parti’nin, 15 Temmuz’dan sonra milletin yanında saf tutan MHP ile bir ittifak dahilinde 2019 seçimlerine gireceği artık kesin gibi. Mesele memleket meselesi, mesele ülkenin bekası. Allah’ın izniyle biz Kürtler de bu meselede Erdoğan’ın yanında saf tutacak, manda olmak için tutuşanların hayallerini sandık marifetiyle ilelebet toprağa gömeceğiz.

          Ressam Bob, “Şuraya da ittifakı hazmedemeyip soda içmelerini tavsiye ettiğimiz bir muhalefet çizelim” demiş midir?!