Türkiye, ülkelerindeki çatışmalardan ve katliamdan kaçan Suriyelilere kapılarını açtı ve hiçbir ülkenin göstermediği konukseverliği gösterdi.
İran ve Baas rejimi yanlılarının devrime ve mültecilere yönelik kirli propagandalarına rağmen Türk halkı ülkesine sığınan kardeşlerine yüreğini açtı.
Yardım kuruluşları aracılığıyla gerek Türkiye içinde olsun ve gerekse Suriye’de rejimden kurtarılan topraklarda olsun elinden geldiğince onların yaralarını sarmaya çalıştı.
Mekke’den Medine’ye göç eden muhacirler ile onlara tarihte benzeri görülmemiş bir kardeşlik gösteren ensar arasındaki ilişki tüm bu insani çabalara örnek gösterildi.
Türkiye’de hükümetin ve halkının Suriyeli mülteciler için yaptıklarını insaf ve vicdan sahibi hiç kimse inkâr edemez.
Fakat son günlerde Türkiye ve Avrupa Birliği arasında yaşanan kriz nedeniyle gündeme gelen “kapıları açma” konusunda kullanılan dil, gazete manşetleri ve karikatürler oldukça incitici bir hal almaya başladı.
Ayrıca bugüne kadar gösterilen insani ve İslami tavra zarar veriyor.
Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki krizin sebebi Avrupa ülkelerinin terör örgütlerine ve darbecilere verdiği destek.
Vize muafiyeti konusunda Ankara’ya verilen sözün yerine getirilmemesi.
Avrupa Birliği Türkiye’den kaçak göç dalgalarına karşı sınırlarını korumasını istiyor.
Anlaşmanın özü bu.
Sorunun kaynağı, Türkiye anlaşmanın gereğini yerine getirdiği halde Avrupa Birliği’nin yan çizmesi ve Türkiye’ye bu “sınır bekçiliği” işini hiçbir bedel ödemeden yaptırmak istemesi.
Türkiye’de Suriyeli mülteciler sayıca çoğunluk olsalar da ülkemizi Avrupa’ya kapağı atmak için kullananlar sadece Suriye’den değil.
Bilakis Asya’nın ve Afrika’nın çok farklı ülkelerinden insanlar bu yolu kullanıyor.
Buna rağmen konuyu sadece Suriyeli mülteciler ile ilişkilendirenler art niyetli değillerse bilinçsizler.
Türkiye, Avrupa Birliği’ne “Siz anlaşmaya bağlı kalmazsanız ben de bağlı kalmam” diyor.
Bu iki taraflı bir anlaşma.
Bir taraf verdiği sözde durmuyorsa diğer taraf anlaşmaya neden bağlı kalsın?
Konu kaçak göçle mücadele ve bu çerçevede sınırların daha sıkı kontrolü.
Türkiye düşmanı yabancı medyada bu konu kamuoyuna “Erdoğan, Avrupa’yı Suriyeli mültecilerle tehdit etti” türü başlıklarla sunuluyor.
Sanki mülteciler koyun sürüleriymiş ve Türkiye de onları kamyonlara doldurup Avrupa ülkelerine sürecekmiş gibi bir hava estiriliyor.
Oysa kapıların açılması halinde Suriyeli mültecilerden ülkemizde misafir olarak kalmak isteyenlere hiç kimse “Avrupa’ya gidin” demeyecek.
Kapılar açıldıktan sonra Avrupa’ya gitmek isteyen olursa kendi istek ve iradesiyle gitmiş olacak.
Durum buyken konu bağlamından koparılarak “insan pazarlığı” olayına dönüştürülüyor.
Avrupa Birliği’yle yaşanan kriz ve kapıların açılması konusunda kullanılan dilin Türkiye aleyhinde yürütülen propagandanın değirmenine su taşıdığını görmek ve bir an evvel o problemli dilden vazgeçmek zorundayız.
Kapıları açarız veya açmayız.
Kaçak göçle mücadele konusunda Avrupa Birliği’yle anlaşma yaparız veya yapmayız.
Bunları konuşacakken ve tartışmayı bu bağlamda yürütmek gerekirken Suriyeli mültecileri rencide eden ve onları korkulması gereken bir öcü gibi gösteren sözler etmenin, iğrenç manşetler atmanın ve karikatürler çizmenin ne gereği var?
Ayıptır, günahtır.
Bilakis biz kardeşlerimize şunu demeliyiz:
“Kapıları açsak dahi burada kalın ve sizi insan yerine dahi koymayan o ülkelere gitmeyin.”