Hep aynı soruları sorardı rahmetli hocam. Ders başlamadan önce, ilk olarak “Aranızda kul olmaktan şikâyet eden, kendini kulluk makamından üstün görüp kulluğu kendine haksızlık sayan var mı?..” derdi.
Hepimiz, “Estağfirullah” diye cevap verdikten sonra, ikinci olarak “Namazı kıldınız mı” diye sorar ve derse başlardı. Bu, yıllarca her ders başında böyle oldu. Haftada 3 akşam “Kul olmaktan şikâyet eden var mı?” sorusuna muhatap olduk. Vefatına az bir zaman kala yine “Kulluk ne büyük bir şereftir” diye anlatırken, konu kul olmaktan şikâyete gelmişti.
Nasihatları olduğunu düşündüğüm 1996 tarihli notları aynen aktarıyorum:
“İnsan adapsız olmayacak, en çok Allah’a karşı adapsızlık yapmaktan korkacak. İnsanları İslam’a davet ederken dikkatli olun; çünkü davetçi erbabı, kendini davete icabetin kuvveti sayarsa, edepsizlik, adapsızlık yapmış olur. Bu halde ısrar ederse şirk başlar. Hem de şirklerin en tehlikeli olanı; çünkü o yolun sonu kendi kendine tapmaktır. Allah’ın dini, din-i mübindir. Muhatap olan yaratılmış, Yaradan’ın dinini başkasına izah telaşına düşüyorsa aklen de bir hataya düşmüş demektir. Kelime-i şehadet içinde Rasullah’a önce kul, sonra resul dediğin bir sistem içinde sen kim oluyorsun da kulluk makamından çıkıp sebep makamıma yerleşiyorsun?
‘Ben toplumu dönüştüreceğim’ diye bir zanna kapılırsan hadsizlik başlamıştır. ‘Ben vesile olacağım’ dersen bu hastalığı gizliden gizliye yapıyorsun demektir. Sen sınır koyucu değilsin, sen dışlayan da değilsin, kabul eden de… Sen kulsun… Yaratılmış olansın. Kulluk makamından şikâyeti olmayanlar, Gaznevi Hazretleri’nin(1) ‘Taatlar, sevabın alametidir, illetleri değil’(2) içtihadını hiç unutmayın. Kim ki ameli sebep sayarsa, zımnen Allah’ı sevaba mecbur etmiş demektir. Düşmeyin bu çukura. Çünkü hiçbir yaratılmış diğer yaratılmışların imanından sorumlu olduğu bir makamda değildir. Bu edayla sarf ettiğiniz her söz, haddi aşma hastalığındadır…”
1- Cemalüddün, Ahmed b. Muhammed el-Gaznevi, el-Hanefi
2- Usulu’d-Din, S.174