“Kökenlere inmenin her şeyi çözeceği” ön kabulünden hareket eden anlayışlar, dünyadaki “ırkçılık” bilincini güçlendirmekten başka hiçbir işe yaramadı...

Güçlenen bu ırkçılık bilinci ve beraberinde getirdiği “üstün ırk kompleksi” ne kendini ırkından dolayı “üstün” görene ne de diğerlerine huzur vermedi...

Sürekli çatışma üreten ırkçılık, içerisinde farklı ırk ve milletlere ait insanları barındıran toplumları darmadağın eti…

Önce, bu birlikteliğin en büyük hâli olan imparatorluklar gitti...

Ardından “köken” anlayışı bir daralmayla ulus devlet kategorisinde farklı bir temsil elde etti...

Fakat kökeni önemseyenler, bu parçalanmayı da yeterli görmediler…

Onlar, daha küçük bir temsil ile daha parçalanmış bir anlayış üzerinden yeni bir köke ulaşmak istiyorlardı...

İşte, bugün bu anlayışın ürettiği, çok daha daraltılmış bölgeleri kapsayan ve çok daha küçük etnik gruplara indirgenmiş ırk ya da “köken putu” anlayışı, çatışmaları en kılcal noktalara kadar taşımış durumda...

Öyle görünüyor ki köken konusundaki bu daraltıcı anlayış, burada da kalmayacak...

Çünkü “köken putu” daha fazla bölünmeyle daha fazla çatışma ve de kurban istiyor...

Bundan sonraki “parçalama oyunu” ise aynı ırkın içerisindeki farklılıklar üzerine oynanmaktadır...

Artık aynı ırka mensup insanları bölgesel, mezhepsel, geleneksel farklılıklar temelinde bölmeye çalışan bir zihniyetle karşı karşıyayız...

İnsanlara önce “sen Alman, İngiliz, Türk, Arap olduğun için üstünsün” diyen bu kökenciler, daha sonra inançlar üzerinden bir okuma yaparak parçaları biraz daha küçültmek için “sen şuna inan Arap’sın ya da Türk’sen daha ütünsün” demeyi önceliyorlar...

Bu inanç ve kültür farklılıkları üzerinden bölmede, etnik unsurlar hâlâ etkin olmakla birlikte birincil konumda değiller...

Mesela Arap, Türk ya da Kürt olmak hâlâ köken putu için önemlidir; fakat A ya da B mezhebine mensup olduktan sonra...

Yani bu bölücüler için A mezhebine mensup bir Arap, B mezhebine mensup bir Arap’tan daha üstün olmalıdır...

Aksi hâlde plan işleyemez; bölünme “hücresel” bir küçüklüğe kadar indirilemez...

Zira bölünme ile nicelik ne kadar küçülür, gurup ne kadar daralırsa bir alandaki çatışma sayısı da o nispette olur...

Dolayısıyla tekrar bir araya gelmek de o aranda zorlaşır...

Başarıp başaramayacağı henüz bir muamma olsa da Batı, kendi içerisindeki farklılıkları aşarak AB adında bir birliğin oluşturulmasına çalışırken, İslâm âlemine reva görülen âdeta “hücresel bölünme”dir?

Şunun kararını verecek olanlar Müslümanlardır: Ya tarihte birlikken elde ettikleri şanlı günlere dönecekler ya da daha fazla bölünerek daha fazla kaybedecekler…

Oysa gerçekten de bir Müslümana Rabbinin de emrettiği gibi “birlik” olmak yakışır...

Çünkü birleştiren, ayrılıklardan ve köken putundan koparan Allah, bizi nasıl kardeş yaptığını Kur’an-ı kerimde haber veriyor; “Hani siz birbirinize düşmandınız. Allah gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz...” (Âl-i İmran, 103.)

Ve yine Rabbimiz bizi uyarıyor; “Kendisine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için kıyamet günü büyük bir azap vardır.” (Âl-i İmran, 105.)

Şimdi sormak gerek: Bugünlerde çokça taraftar toplamış, kendisine inanmada kusur da etmeyen takipçileriyle bu “köken putu” insanlığı kurtarır mı?

Kurtuluşun açık adresi, “birlik olun” emri açık iken, faşizme varan hezeyanların iyi geldiği bir zaman dilimi olmuş mu?