Rengârenk kubbelerin, surların, kiliselerin ve sarayların arasında bulunan Kızıl Meydan’da yürüyoruz. Burada bulunan tarihi yapılarda her türlü renk oldukça cesur bir şekilde kullanılmış ancak en baskın renk kızıl olduğu için buraya Kızıl Meydan demişler herhalde. Kafamda hala 70’li yılların imajı var ancak Sovyetler çökeli neredeyse 30 yıl oldu.

İdeolojilerin baskın olduğu yetmişli yıllarda sağcılar tarafından çok tekrar edilen bir slogan vardı: “Komünistler Moskova’ya” diye. 1990’lı yıllarda Sovyetler çöktü ve komünizmde tarihin çöp sepetinde yerini aldı. Sapkın ideoloji milyonlarca insanın canına mal olurken 70 yıl nesillerin perişan olmasına da sebep oldu.

Kızıl Meydan, Kremlin’in arka bahçeleri tertemiz, bahar çiçeklerinin birbirine karışan kokuları arasında az sayıda turistin çok sayıda yerlilerin fotoğraf çektirdiği alanlar oldukça kalabalık. Yıllar önce geldiğimde daha çok Türk boylarına mensup insanlar dikkatimi çekmişti. Bu defa çok fazla Kafkas ve Orta Aysa Türklerine rastlamadım.

Moskova’da bir dikkat çeken özellik de hızlı bir şekilde yapılaşmanın olması. Tarihi bölgede yapılan eserler aslına uygun şekilde yeniden inşa ediliyor. Görkemli tarihi binalar hem çok bakımlı hem de çok güzel aydınlatılmışlar. İstanbul’da olduğu gibi Moskova’da da en büyük sorun trafik. O nedenle sürücüler gideceğiniz yer için zaman vermekten kaçınıyorlar.

Meşhur Arbat Caddesi’ndeyiz. Oldukça uzun bir yürüyüş oldu ancak çevreyi, insanları görmek açısından iyi bir gözlem imkânı da verdi. Ruslar oldukça makul ve vakur yürüyorlar. Sokaklarda alkolik, şamatacı, dilenci, serseri sayısı yok denecek kadar az. Bizim İstiklal muadili Arbat Caddesi’nde çok sayıda sokak sanatçılarına da rastlamak mümkün. Küçük gruplar halinde herkes kendi âleminde eğleniyor.

Türk lokantası Bosforus’un önünde ilginç bir heykel var. Yürüyüş halinde, elinde gazetesi, hüznü ve düşüncesi heykeline yansımış adamın önüne bir buket çiçek bırakılmış. İlgimi çektiği için birkaç fotoğrafını çektim. Lokantanın çalışanı Dursun Bey heykelin meşhur Gürcü şair Bulat Okucava’ya ait olduğunu söyledi. Ruslar’ın meşhur yazarlarının birçoğunun adını duymuştum fakat Bulat Okucava’yı ilk defa duydum. İnternetten baktım heykelinde olduğu gibi çileli bir hayatı olmuş bir müzisyen, şair, yazar.

“Ama Gene de Üzülüyorum” adlı şiirini çok beğendim birkaç mısra ile bitirelim.

Artık el yordamıyla dolaşmamız gerekmiyor sokaklarda.

Otomobiller hazır, roketler hazır uçurmak için bizi uzaklara.

Ama gene de üzülüyorum işte, tek bir troykası bile kalmadı Moskova’da

ve hiç olmayacak bundan sonra da ne yazık ki işte böyle.

Peki, yerlere kadar eğiliyorum aklın kıyısız denizi huzurunda,

akılcı, tecrübeli asrımızı seviyorum.

Ama gene de üzülüyorum işte. Putlar hala put, bizler köleyiz yine…