Çocuk anne babasına, çalışan amirine, görev alan görev verene hesap verir. Yapılması istenen bir şey vardır, o sorumluluk alan birisine tevdi edilir ve işin sonunda da “Sen şu zaman zarfında şunu yapacaktın, şimdi neler yaptın anlat” denir. Bu aklı olan her insanın anlayacağı ve kabul edeceği bir durumdur. Şimdi bir senaryo yazalım. Allah (cc) korusun gözlerimiz hastalansa, ameliyatı için çok para gerekse ve bizimde imkânımız olmasa. Tam da kör kalacağımıza kendimizi inandırdığımızda, bir hayırsever çıksa, “O ameliyatı karşılıksız olarak size ben yaptıracağım” dese ve yaptırsa, gözlerimiz yine eskisi gibi berrak bir görüşe sahip olsa, herhalde ömrümüz oldukça dua eder ve minnet besleriz. Bu teşekkür ve minnet yerindedir fakat, diğer sayısız nimetleri karşılıksız vereni unuttuğumuzda bu, elindeki şükretmesi gereken nimetleri vereni görmeyip, o nimete gelen hastalığa şifa vesilesini görüp, Allah’ın (cc) taktir ve şükür hakkını ıskalamak anlamına gelir.
Günümüzde ne kadar da şükretmeden ve hesabını vereceğimizi düşünmeden yaşıyoruz. Evimizde yok yok. Neye ihtiyacımız olsa alacak paramız var. Sağlığımız çoğunlukla yerinde. Peki mutsuz olmak için ne gibi sorunumuz var, olması gerektiği halde neler yok ki biz tartışıyoruz, birbirimize eziyet anlamına gelebilecek söz, davranış ve tutum içindeyiz? Neler bizim dengemizi bozuyor?
Her sistemin dengede kalmasının oluş ve bozuluş kanunları vardır. Maneviyattan yoksun her şey, Allah’ın (cc) kurduğu düzenin, en iyi bir şekilde devam etmesi için gerekli oluş kurallarını bildirmesine rağmen bu kurallarını bilmemek anlamına gelir ki, asıl zarar başlamış demektir. Kâinatın sahibi Allah (cc), içindeki her şeyin sahibi Allah (cc), kuralları koyan Allah (cc), bu kurallara göre yaşarsak ta yaşamazsak ta ne olacağını bize bildiren Allah (cc). Her an bizi gördüğünü, yaptıklarımızın yazıldığını, zerre kadar iyiliğin de kötülüğün de karşılıksız kalmayacağını, iyi olanların akla hayale gelmedik mükâfatlarla hem dünyada hem ahirette ödüllendirileceğini bildiren de Allah (cc).
Biz gözlerimizin beynimizin giriş kapısı olduğunu unuttuk. Kulaklarımızın duyduğunu aklımıza fısıldadığını unuttuk. Kimlerle konup göçüyorsak onlara benzediğimizi unuttuk. Asıl kaynakla irtibatımız zayıflarsa yalancı beslenme kaynaklarıyla gözlerimizin ve aklımızın görüş keskinliğini kaybedeceğimizi unuttuk. Yaşadığımız ve yaşattığımız sıkıntıların gerçek kaynağını aramadığımız için, hep şartları ve muhatabımızı suçlayarak gerçek sebepten fersah fersah uzaklaştığımızı akletmeyi unuttuk. Şimdi de, rızkın helal olmasıyla değil çok olmasıyla sevinen, kendisini takip edenlerin çokluğu ile övünen, yüz, beden güzelliğiyle ilgilendiği kadar ahlak güzelliği ile ilgilenmeyen, kendisini algı, anlayış ve ahlak olarak düzeltmesi gerekirken, karşısındakinin kusurlarını yüzüne vurup aşağılayarak ömrünü geçiren, sanki çok normalmiş gibi, eşinin görmemesini kâr sayıp onun bunun kızıyla hanımıyla ya da erkeğiyle parantez arası ilişki yaşamayı marifet sayan, Allah’ın (c.c) görmesini değil, toplumun görmemesini merkeze alan, hızlıca uçuruma doğru kayan bir topluluğa dönüştük. Başörtülü olmamız, arada camiye gidiyor olmamız bizi aldatmasın. Kalbimizin başköşesinde Allah (cc) mı var başkaları mı? İşte nitelik ayarımızı buna göre yapalım.