Teknoloji geliştikçe, zaman ilerledikçe pek çok şey de değişiyor.
İlk denememin 1980 yılında Yeni Devir Gazetesi’nde sonrakinin 1984 yılında Milli Gazete’de yayımlanmasından sonra 1986 yılında yerelde Polatlı Ekspres adında bir gazete çıkarmaya başladık.
Aynı zamanda çiçeği burnunda bir Ankara İlahiyat öğrencisi iken yapacağımız işi, çıkaracağımız gazeteyi daha iyi yapabilmek adına farklı şehirlerde kıymet verdiğimiz büyüklerimizi ziyaret edip “gazetecilik” ile alakalı tavsiyelerini de alıp farklı konuları istişare ediyorduk.
Nabi Abi (Avcı) ve Fehmi Koru’nun Milli Gazete’den ayrılmalarının sonrasında kendilerini Eskişehir’de ve Ankara’da ziyaret ettik. Yusuf Ziya Kavakçı’yı Ankara’da, Atasoy Müftüoğlu’nu da zaman zaman Eskişehir’de, Sadık Albayrak’ı İstanbul’da ziyaret edip bize tavsiyelerini not ettik.
Çok kıymetli büyüklerimizin ömür boyu istifade edeceğimiz nasihatlerini almaya azami derecede gayret sarf ediyorduk.
O dönemde şu anki moda tabirle “bizim mahalle” şimdiki kadar geniş, parçalı ve bulutlu değildi. 31-32 yıl önce bize edilen o nasihatlerden birini sizlerle paylaşmak istiyorum:
Bir zamanlar taşrada, Anadolu’nun ücra bir köşesinde 200-300 tirajlı birkaç yaprak bir gazete yayınlanmaktadır. Gazete tüm yazıların tek tek elle hurufat ile (gerçi huruf zaten çoğul ama ‘at’ eki ile neden bir daha çoğaltıldığını bilmiyorum o zaman bu tabir öyle kullanıldığı için ben de öyle kullanıyorum) Entertype sıcak kurşun dizginin dahi olmadığı dönemde çıkmaktadır.
Bu gazete okur kitlesini genişletmek için farklı meslek icra eden birine haftalık yazılar yazması için teklifte bulunur. O şahıs da yazmaya başlar. Gel zaman git zaman bu yeni muharririn yolu İstanbul’a düşer. Bir sohbet meclisinde konu döner dolaşır ve farklı bir dünya gündemine gelir. Bizim taşralı nevzuhur muharrir hemen sözü alır ve “Ben o konuyu geçen haftaki yazımda ele almıştım, okumadınız mı? Yazık: çok şey kaçırmışsınız!”
Bir büyüğümüz bu hikayeyi anlattıktan sonra “işte böyle olmayın. 200-300 tirajlı yerel bir gazetedeki yazıyla tüm dünyayı aydınlatacağınızı, milyonlarca insanın sizin yazınızdan haberdar olup aydınlanacağı (!) fikrine asla kapılmayın.”
Maalesef o günün üzerinden yıllar geçti mahalle haddinden fazla büyüdü. İnternet ve arama motorları olmadan iki satır köşe yazısı yazamayan muharrir ve gazeteciler de türedi.
Hatta ve hatta bazıları mahalleyi parselleyerek kendilerinden başkalarını yazar veya gazeteci olmamakla itham etmeye bile başladı. Bazıları ise “bu mahallenin” yalnızca kendilerine ait olduğu zehabına bile kapıldı.
Mevla (cc) yazdığı bir yazı ile dünyada yeni bir aydınlanma hareketi başlattığını zannedenlerden eylemesin. Yaptığı işi samimiyetle yapanlar şartlar ve zaman değişse bile kaybetmez.
Bulundukları konumları kendilerinden menkul bilip yalnızca ve yalnızca bu konumlara kendi çabalarıyla geldiklerini düşünüp ölünceye kadar bir hak gören; sözünü yükseltmesi gerekirken sesini yükseltip semanın en zirvesine ulaştırmaya çalışanlar, yine kendilerini mahallenin tek sahibi görenler oturup bir kez daha doğru olanı düşünmeliler.
Bazıları da bizim geçmişimizde olmayan dışlama, ötekileştirme ve uluorta her şeyi tartışmaktan bir an önce vazgeçmeliler. Pek çok şey bu dünyada kalacak. Öteki tarafa ne götürebileceğimiz de zaten belli. Güzellikler sizinle olsun…