Başımızın ağrısı geçmeden bir şeye odaklanamayız. Ayakta duracak takatimiz yoksa dünyanın en idealist insanı olsak bile, kimseye faydamız olamaz. Kendimiz görememişsek başkalarına gösteremeyiz, anlamadığımızı anlatamayız. Doğrusu hangisi bilmeden, hem biz yanılırız hem de başkalarını yanıltırız. Çünkü insan neyi biliyorsa, ona ‘doğru bakma’ eğilimindedir. Sorusu olmayanın arayışı, arayışı olmayanın da zenginliği ve gelişimi bitmiş demektir çünkü var olanlar ona yetiyor gibidir. Bir şeyi taşımayan onu bilemez, bilmediği hakkında da bir fikir üretemez.

Yani demek istiyorum ki, insan önce kendine bakmalı, kendini donatmalı, eksiğini-yanlışını bilmeli ve onu telâfiye çalışmalı. Yani, önce kendi beden şehrini mamur etmeli. Allah (c.c), kimseyi kimseden sormayacak, herkesi kendisinden soracak. Bilmemenin en bariz göstergesi, çoğunlukla kendisine değil karşısındakine bakmak, hep olumsuzu görmek, beğenmemek, eleştirmek ve sürekli şikâyet etmektir. Bu, ilimle derinleşmemiş olmanın yani yüzeysel yaşamanın sonucudur. Okumak ve dinlemek öğrenmek değildir, öğrenmenin ilk basamaklarıdır. Bir şeyi öğrenmek; onunla yaşamak ve hayatına katmak yani onu kendimizin yapmaktır. İşte o zaman o bilgiyle şekilleniriz. Ekmeği çantamızda taşısak onunla doymuş olmayız. Onu yemeli ve karnımızı doyurarak kana geçmesini sağlamalıyız. Kana geçmezse bizi beslemez. Kitabı çantada taşımak okumak, öğrenmek değildir. Onunla beynimizi beslemeliyiz ki öğrenmiş olalım.

Herkes derdi için tedbir alır. Zengin olmak gibi bir derdi olan bunun peşine, ilim edinmek gibi bir derdi olan da onun peşine düşer. Yani, zihnimizde ve gönlümüzde olanlar, bize bir eğim oluştururlar ve biz o tarafa doğru akarız. “Birikmiş bir suyu kendi haline bırakırsan istediği yere gider, bir kanal açarsan istediğin yere gider.” Bizler de, var olan yaşama, isteme, bir şeyler uğruna çalışma ve bir şeylere ulaşma ihtiyacını doğru bir şekilde kanalize edersek, bu bizi Allah’ın (c.c) istediği kulvarda tutar inşallah.

Toplu taşımaya bindiğimizde görüyoruz ki, herkes istediği durakta iniyor. Aracımızda gidiyorsak, bizi istediğimiz yere götürecek yolları tercih ediyoruz. Yani bir yerde olmak bir sonuç. Asıl soru; biz nereye gitmek istiyorduk? Eğer beynimiz bizi doğru yere götürecek bilgi ile beslenmemişse, Konya’ya gitmesi gerekirken Bursa yoluna giren sürücü gibi, “Çocuğumla aramızı düzeltmek için bir şey yapıyorum, aramız bozuluyor. Eşime iyi bir şey söylemek isterken, ciddi bir kavgaya sebep oluyor.” diyorsak, o zaman benim zihnim beni doğru davrandıracak gıdayı almamıştır. Bu teşhisi yapıp hemen bir beslenme kaynağı bularak daha doğru davranabilmek için heyecanla doğru gıda akışı sağlamak; işte bu, olması gereken harika bir şeydir. Ya da öyle yapmayıp da “Ben sana iyi niyetle bir şey söylüyorum bundan bile bir kavga çıkarıyorsun” diyen, ağzından çıkan cümlelerin açtığı yaraları hem görmeyen hem de karşısındakinin sitemlerini hiçe sayan, kendine hiç bakmayan birisi isek, kelimenin tam anlamıyla yandık çünkü kendimizi göremediğimiz için karşımızdakini de görememiş olduk.

Bilelim ki, kendimize bakmadan dünyaya bakamayız. Kendimizi onarmadan kimsenin yarasına merhem süremeyiz. Ayakta olalım ki ayakta tutalım.