Uluslararası ilişkiler düzeninde tüm devletler, her ne kadar eşit olarak görülse de, ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan bugüne “eşitler arasında birinci” statüsü kazanmaya çalıştığı, dikkatlerden kaçmamaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD, aradığı bu fırsatı “komünizm tehlikesi” ile yakalamış ve kendisini bir anda “hür dünyanın lideri” olarak ilan etmiştir. Komünizm tehdidi ile Batı dünyasını kendi çıkarlarına uygun olarak yeniden şekillendirerek, kapitalist sistemi egemen bir kurum haline getirmeyi başarmıştır. Türkiye de bu gelişmelerden nasipsiz kalmamış, bazen gönüllü, bazen mecburi, bazen de şark kurnazlığıyla bu sürece dâhil olmuştur.
ABD’nin uluslararası siyaseti, 1990’lardan itibaren, diktatörlük, baskıcı rejimler ve terörizm ile mücadele üzerine bina edilmiştir. Bir bakıma, komünist tehlike, bu unsurlarla ikame edilmiştir. Başta müttefiklerini olmak üzere, tüm dünyayı, ABD’nin terörizm tehdidiyle yönlendirmeye çalıştığı söylenebilir. Kapitalizmin icadından bugüne, büyük güçlerin, sürekli küresel bir düşman üreten bir uluslararası siyaset tanzim etmeye çalıştıklarını görmekteyiz. Peki, bu tehdit ve tehlikeleri kimler finanse etmektedir? Örneğin, terörizme para ve silah desteği nereden gelmektedir? Uyuşturucu baronları, silah tüccarları ve devletler terörizmin neresinde yer almaktadır? Bunlar henüz tam olarak aydınlatılmamış sorular olarak aklımızın bir köşesinde yer almaktadır.
Vize krizi nedeniyle ABD Büyükelçisi John Bass, yaptığı bir açıklamada, Türkiye’ye üstü kapalı olarak DAEŞ üzerinden mesaj vermesinin maksadı nedir? Tehdit mi, yoksa tavsiye mi? Bildiğimiz tek bir şey varsa, o da; maalesef, tüm dünyanın surlarında kapitalizm tarafından açılan delikler, bir bir sıvanmadığı müddetçe, yapılan bu üstü kapalı tehditlerin ne bir ilk ne de son olacağıdır. Bu bağlamda temel sorumuz şu olmalıdır: Bugün tüm dünya devletleri ABD siyasetini taklide soyunmuşken, ABD’nin ötekileştirici ve yok edici siyasetine karşı nasıl bir mücadele tavrımız olacaktır? Bizim rahatsız olduğumuz durum, kapitalizmin zaferi adına yürütülen uluslararası siyasettir. Bunun haricinde kişisel, toplumsal veyahut ülkesel bir husumet söz konusu olamaz. Ya da bu karşı duruş, var olan ve insanlığı tedirgin eden terörü ve zorbalıkları aklamaz.
Fakat, Doğu-Batı, Hıristiyan-Müslüman, İlerici-Gerici, Demokrasi-Zorbalık, Terör-Güvenlik gibi daha birçok mücadelenin birer kapitalist ranta dönüştürüldüğü bir gerçeklik de inkar edilemez bir hâl almıştır. ABD siyasetinin, Batı’nın evrensel değerleri başta olmak üzere, tüm bu mücadeleleri kendi çıkarları uğruna hunharca kullandığı ve insanlığı birbirine düşman ettiği de göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle, ABD siyasetinin “dostane bir düşmanlık” yaklaşımı üzerine kurulu olduğunu müşahede etmekteyiz.
Korku ve güvenlik ikilemi üzerine bina edilen ve korku rantına dayalı uluslararası siyaset anlayışı, kısaca ötekileştirip yok etme siyaseti, Batı başkentlerinin koridorlarına hâkim olduğu müddetçe, insanlığa yöneltilen bu amansız emperyalist saldırının durmasına imkân gözükmemektedir. Fakat asıl tehlike, bu siyasete özenip, onu taklit etme girişimleridir. Ben bu durumu şöyle tasvir ediyorum, “kovboy kıyafetiyle hacca gidilmez.”
İnsanlığın, kapitalizm yorgunu olduğu aşikâr bir durumdur. Yaratılmış insanın öldürüldüğü, bunun yerine icat edilmiş bireyin yaşatıldığı bu zaman diliminde; insanlık, yürütülen Makyevelist uluslararası siyaset karşısında büyük bir tehlike altındadır.