İsrail’in üç gün önce Beyrut’a düzenlediği saldırıda Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın hayatını kaybetmesi zor durumda olan örgüte “ölümcül” tabir edilen türden bir darbe vurdu.

Hizbullah’ın üst düzey komutanlarının ardından yeri kolay doldurulamayacak karizmatik liderini de kaybetmesinin örgüte hiçbir zarar vermeyeceği ve direnişi güçlendireceği yönünde yapılan hamasi açıklamalar gerçeği yansıtmıyor.

Ne kadar sağlam bir yapıya sahip olursa olsun, kısa sürede bu kadar büyük darbeler alan bir örgütün verdiği kayıplardan etkilenmemesi mümkün değil.

Ayrıca örgütün yapısı sağlam olsaydı onlarca komutanını ve yüzlerce militanını aynı anda kaybetmesine yol açacak güvenlik ve istihbarat zafiyeti yaşamazdı.

Her şeyden öte Hizbullah içinde şu an “İçimizdeki casus kim?” sorusunun cevabı aranıyor.

Örgüt liderinin ve komutanlarının attığı her adımı İsrail’e bildirenler deşifre edilmedikçe güvenlik ve istihbarat zafiyetinin giderildiği söylenemez.

Bu arada, Hamaney’den ve İranlı yetkililerden gelen açıklamalar, Tahran’ın gelişmeleri tribünden seyredeceğini ve proxy örgütlerini korumak için savaşa girmeyeceğini gösteriyor.

Yine de İran’ın bölgeye yönelik planlarında stratejik bir konuma sahip örgütü tümüyle gözden çıkarması beklenmemeli.

İran’ın bölgedeki nüfuzunu ve kazanımlarını koruyabilmesi için Hizbullah’ın Lübnan’daki silahlı varlığını sürdürmesi gerekiyor.

Örgüt, İsrail karşısında büyük oranda güç kaybına uğrasa da Lübnan’daki iç dengeler üzerindeki etkisini hâlâ koruyor.

Dolayısıyla Hizbullah’ın belirli bir noktada Tahran’dan gelecek direktifler doğrultusunda ABD ve Fransa’nın önereceği ateşkesi kabul etmesi en güçlü ihtimal.

İran, ateşkesin ardından örgütün kayıplarını telafi etmeye çalışacak ve Hizbullah’ın Lübnan’da “devlet içinde devlet” konumunu korumasını sağlayacak.

Asıl önemli soru şu:

İran’dan ve Hizbullah’tan çok şey bekleyen Hamas ne yapacak?

Tahran hiçbir şekilde savaşa dâhil olmayacağını net bir ifadeyle dile getirdi ve Hizbullah’ın kendini dahi korumaya gücü olmadığı ortaya çıktı.

Husilerin Yemen’den ve ABD işgali sayesinde Irak’ta güçlenen Şii milis gruplarının Irak’tan attığı üç-beş füze de dengeleri değiştirecek nitelikte değil.

Gazze Şeridi’nde ağır darbe yiyen ve karizması çizilen işgal ordusu; Hizbullah liderini, örgütün üst düzey komutanlarını ve yüzlerce militanını etkisiz hâle getirerek kaybettiği moralin bir kısmını geri kazandı.

İsrail ve Hizbullah arasında herhangi bir ateşkes anlaşması imzalanırsa işgal ordusu Lübnan sınırına gönderdiği askerlerini yeniden Gazze Şeridi’ne sevk edecek.

Kasım ayında yapılacak ABD başkanlık seçimlerini Donald Trump’ın kazanması hâlinde Netanyahu’nun eli daha da güçlenecek.

Durum değerlendirmesi yapsalar bile Filistinli direniş gruplarının -ne yazık ki- manevra yapabilecekleri çok fazla alan kalmadı.

Şehit oluncaya kadar savaşmakta kararlı görünen ve kurtuluş savaşlarında can kaybı sayısının son derece önemsiz olduğuna inanan Yahya es-Sinvar’ın da zaten geri adım atmaya niyeti yok.

Sorun şu ki işgal ordusu Gazze Şeridi’nde İzzeddin el-Kassam Tugayları’yla savaşmıyor.

Bilakis yerinden edilmiş masum ve çaresiz insanları hedef alarak her gün yeni bir katliam gerçekleştiriyor.