Bugün size, İsrail’in Birleşmiş Milletler’e bağlı bazı kurum ve kuruluşları nasıl manipüle ettiğiyle ilgili ortaya çıkan üç gelişme üzerinden bir değerlendirme yaparak neden artık İsrail’in BM’den ihraç edilmesi gerektiğini açıklamaya çalışacağım.
Bunlardan ilki, Uluslararası Adalet Divanı’nın 24 Mayıs’ta açıkladığı ilave tedbir kararında; İsrail’in Refah’taki tüm askerî operasyonları durdurması, insani yardımların geçişine izin vermesi ve bölgeye gelecek olacak bağımsız soruşturmacıların Gazze’ye girmesine izin vermesine hükmedilmesine rağmen, İsrail’in Refah’a yönelik saldırılarını genişletmesi ve sınır kapılarını kapatarak yardımların Gazze’ye girişine izin vermemesidir.
İsrail, UAD kararlarını uygulamamış ve uygulama niyetinde olmadığını da alenen beyan etmiştir. Dolayısıyla mahkemenin yargı yetkisini tanımadığını göstermiştir.
İkincisi ise İngiliz The Guardian gazetesinde 28 Mayıs 2024 tarihinde Harry Davies imzasıyla ve “İsrail istihbarat şefinin savaş suçları soruşturması nedeniyle UCM savcısını tehdit ettiği ortaya çıktı” başlığıyla yayınlanan bir haberdir.
Aslına bakarsanız bir gazetecilik başarısı olarak görülmesi gereken haberin ortaya çıkarttığı gerçekler, içerisinde yaşadığımız küresel düzeni kökten sarsacak mahiyettedir.
Ancak ne hikmetse bu haber; üç beş gün konuşulduktan ve sanki normal bir şeymiş gibi İsrail’in her zamanki hukuksuzluğuna dem vurulduktan sonra yavaşça gündemden düşmeye başladı.
Fakat söz konusu haber hem de içerikle ilgili hiçbir şey yapılmadan, öyle hemen gündemden düşecek gibi bir şey değil. Dolayısıyla sorumlular hesap verene ve bu sistem normale dönene kadar haberin gündemde tutulması gerekmektedir.
Haberde kısaca; bir önceki Mossad direktörü olan Yossi Cohen’in, dönemin Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Gambiyalı hukukçu Fatou Bensouda’yı tehdit ederek mahkemenin; işgal altındaki Filistin topraklarında (Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs) İsrailliler tarafından işlenen savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım suçları nedeniyle herhangi bir soruşturma açmaması ve tutuklama talebinde bulunmamasını sağladığı anlatılmaktadır.
Söz konusu iddialar, o dönem Savcı Bensouda’nın ofisinde çalışan iş arkadaşlarına ve mahkemede görevli diğer adli/idari personele dayandırılmaktadır.
Cohen’in muhtelif zamanlarda Bensouda’yı telefonla arayarak veya şahsen ofisine gelerek iletişim kurmaya çalıştığı, resmî bir toplantı için gittiği New York’ta emrivaki yaparak görüştüğü, iletişim kurduktan sonra da eşi ve ailesiyle tehdit ederek görevini yapmasına mani olduğu iddiasından bahsedilen haberde, savcının bu yüzden 2019 yılında mahkeme hâkimlerinin yeşil ışık yakmış olmasına rağmen İsrail aleyhinde soruşturma aç(a)madığına da yer verilmektedir.
Kabul edilebilir herhangi bir yanı bulunmayan ve mutlaka cezalandırılması gereken bu konuda İsrail tarafı tam bir suskunluk içerisinde. Resmî yetkililer haberin tamamen hayal mahsulü olduğunu söyleyerek inkâr ederken konunun birinci dereceden muhatabı olan Cohen ise soruları yanıtsız bırakmaktadır.
Son gelişme ise kısaca “UNRWA” olarak bilinen ve tam adı “Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı” olan BM kuruluşuyla alakalı.
1949 yılında evlerini ve iş imkânlarını kaybeden Filistinli mültecilerin; eğitim, sağlık ve iş ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan UNRWA, aslında uzun süredir İsrail’in hedefindeydi. UNRWA’nın kapatılarak görevinin BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne devredilmesini isteyen İsrail, UNRWA’nın görevlerini yapmak için ihtiyaç duyduğu fonların kesilmesi için bağışçı ülkeler nezdinde yoğun bir lobi yürütmekteydi. Özellikle 7 Ekim sonrasında bu konuda kısmi de olsa başarı gösterilmiş ve kuruma Batılı ülkelerden yapılan bağışların dondurulması sağlanmıştı.
Gazze, Batı Şeria, Ürdün, Lübnan ve Suriye’deki mülteci kamplarında yaklaşık 5,5 milyon Filistinli mültecinin bakımını üstlenen UNRWA, 7 Ekim’den sonra da Gazze’de kalmaya devam ederek İsrail’in işlediği savaş ve soykırım suçlarının en yakın şahidi olmuş ve BM’ye sunduğu raporlarla da İsrail’in suçlarını ifşa etmiştir.
Uluslararası Adalet Divanı’nın 26 Ocak 2024 tarihinde İsrail’i soykırım suçlamasıyla yargılamaya başlaması ve takiben ihtiyati tedbirlere başvurması süreçlerinde görev yapan diğer BM kuruluşu olan Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi (OCHA) ile birlikte mahkemeye bölgeden gerçek bilgileri aktaran UNRWA, bu vesileyle İsrail’in hışmına maruz kalmıştı.
Gazze’de devam eden soykırımda 191 çalışanı öldürülen UNRWA, sürecin başında bazı çalışanlarının 7 Ekim’deki saldırılarda yer aldığına dair ithamlara maruz kalmış ve bölgedeki çalışmaları yerinde incelemek isteyen kurum direktörü Philippe Lazzarini’nin Gazze’ye girişine de izin verilmemişti.
Son günlerde de UNRWA’nın tesislerinin altında Hamas cephanelikleri çıktığı veya İsrailli rehinlerin UNRWA tesislerinin altında saklandığı şeklinde tezvirata başvuran İsrail, bir ilke daha imza atarak UNRWA’nın bir terör örgütü olduğu ve yasaklanması gerektiğine dair yasa tasarısını meclisine sundu.
29 Mayıs tarihinde ilk oylaması yapılan ve 58 kabul oyunun verildiği tasarının yakın zamanda kanunlaşması ve UNRWA’nın BM Şartı gereğince sahip olduğu dokunulmazlık statüsünün sonlandırılması ve faaliyetlerinin durdurulması beklenmektedir.
Şimdi gelelim başlıkta bahsettiğimiz İsrail’in BM’den ihraç edilmesi gerektiği savımızın bu üç olayla alakasına.
Birleşmiş Milletler Şartı’nın 2. maddesinin 4. fıkrasına göre; “Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı, gerek Birleşmiş Milletler’in amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.” hükmü sabittir.
Her ne kadar Filistin BM’nin gözlemci üyesi olsa da İsrail’in Gazze’de yaptıkları bu maddenin açık ihlalidir.
Ayrıca İsrail, BM Güvenlik Konseyi’nin 25 Mart 2024 tarihinde kabul ettiği 2728 sayılı ateşkes kararını da uygulamamaktadır. Bunun yanı sıra İsrail UAD’nin ilki 26 Ocak, ikincisi 24 Mayıs olmak üzere hükmettiği ihtiyati tedbir kararlarına uymamakta ve Gazze’deki soykırıma devam etmektedir.
BM Şartı’nın 94. maddesinin 2. fıkrası; “Bir uyuşmazlığın taraflarından biri, Divan’ın verdiği bir hükme göre kendisine düşen yükümlülükleri yerine getirmezse öbür taraf Güvenlik Konseyi’ne başvurabilir. Konsey de gerekli görürse hükmün yerine getirilmesi için tavsiyelerde bulunabilir ya da alınacak önlemleri kararlaştırabilir.” diyerek ihtilafın diğer tarafı olan Güney Afrika’ya veya davaya müdahil olan tüm taraflara, Güvenlik Konseyi’nden İsrail hakkında yaptırım uygulanması talebinde bulunma yetkisi vermektedir.
Tüm bunlar yetmiyormuş gibi UCM Savcısı’nın, İsrail İstihbarat Ajansı Başkanı tarafından tehdit edildiği de ortaya çıkmıştır. Bu durum BM Şartı’ndaki tüm iyi niyetli yaklaşımların ihlali olması hasebiyle mutlaka cezai bir müeyyideyi gerektirirken ayrıca bir cezai soruşturmanın başlaması da elzem gözükmektedir.
Son olarak da bir BM kuruluşu olan UNRWA’nın terör örgütü olarak gösterilip yasaklanması söz konusudur ki bu saydıklarımız BM üyeliğiyle bağdaştırılamayacak hareketlerdir. Zira BM Şartı’nın 105. maddesi gereğince, “Örgüt, üyelerinin her birinin topraklarında amaçlarına ulaşmak için gerekli ayrıcalık, bağışıklık ve dokunulmazlıklardan yararlanır.” hükmü amir olmasına rağmen, İsrail bu hükmü ortadan kaldırmak için iç hukuk düzenlemesi yapmaya yeltenmektedir.
Yukarıda saydığımız hususlar göz önünde bulundurulduğunda, BM Şartı’nın 5. maddesindeki, “Güvenlik Konseyi tarafından aleyhinde bir önleyici ya da zorlayıcı önlem alınmış bulunan bir Birleşmiş Milletler üyesi, üyelik sıfatından doğan hak ve ayrıcalıklarını kullanmaktan, Güvenlik Konseyi’nin tavsiyesi üzerine Genel Kurul tarafından alıkonabilir.” ve 6. maddesindeki, “İşbu Antlaşma’da belirtilen ilkeleri ısrarla çiğneyen bir Birleşmiş Milletler üyesi, Güvenlik Konseyi’nin tavsiyesi üzerine Genel Kurul tarafından örgütten çıkarılabilir.” hükümleri gereğince İsrail’in Birleşmiş Milletler’den ihracı gerekmektedir.
Haydar Oruç
3 Haziran 2024, Gölcük