İsrail’in bir kısmı 1948’den beri olmak üzere genel olarak 1967’den bu yana Filistin topraklarında devam eden işgali, uluslararası sistemin karşılaştığı en önemli meydan okumalardan biri durumundadır. Defalarca çözüm için adım atılmasına, hatta belirli bir mesafe katedilmesine rağmen İsrail ne yapıp edip bu süreçleri tıkamış ve nihayetinde Filistin-İsrail çatışması bugünkü çetrefilli hâline gelmiştir.

Ancak İsrail’in özellikle 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren Gazze’ye yönelik olarak sürdürdüğü saldırılar ve bu kapsamda 50 binden fazla sivili katlederek büyük bir soykırıma imza atması, mevcut küresel sistemin karşılaştığı en önemli sınama olmuştur. Zira dünyanın diğer bölgelerindeki benzer katliamlar ve soykırımlar bir şekilde uluslararası mahkemeler ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi marifetiyle durdurulmuş ve sorumluları cezalandırılmıştır fakat mevzu bahis İsrail olduğunda ise bu mekanizma bir türlü işletilememiştir.

Her ne kadar Uluslararası Adalet Divanı, Güney Afrika’nın başvurusunu kabul ederek İsrail’i soykırım suçu nedeniyle yargılamaya başlamış olsa da Gazze’de derhâl bir ateşkes sağlanmasına yönelik kararı verememiştir. Benzer şekilde Uluslararası Ceza Mahkemesi de 2021 yılında işgal altında Filistin topraklarında yargı yetkisi olduğuna hükmetmesine rağmen İsrail’in Gazze’de işlediği savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım suçlarının sorumluları hakkında tutuklama tedbirine başvurmakta çok geç kalmış ve soykırım suçu gerekçesiyle herhangi bir suçlamada bulunmamıştır.

Mevcut uluslararası sistemde piramidin en tepesinde olan BM Güvenlik Konseyi, Gazze’ye yönelik muhtelif ateşkes kararları almış olsa da söz konusu kararlar herhangi bir yaptırım içermediği için İsrail’in bu kararlara uymasını sağlayamamıştır. Hatta ABD’nin 2728 ve 2735 sayılı kararlarda olduğu gibi bağlayıcılık tartışması başlatması, Güvenlik Konseyi’nin de itibarını zedelemiş ve mevcut sisteme alternatif arayışlarını çoğaltmıştır.

Bu kapsamda Türkiye’nin dolaşıma sokmuş olduğu “Dünya beşten büyüktür” ve “Daha adil bir dünya mümkün” söylemleri büyük bir heyecan uyandırmış olsa da Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üyesinin mevcut konformist yaklaşımları nedeniyle ilerleme sağlanamamıştır. Türkiye bu konudaki girişimlerini, üyesi olduğu farklı platformlara da taşımış ve başta Türk Devletleri Teşkilatı ve İslam İşbirliği Teşkilatı olmak üzere, gözlemci üyesi olduğu Arap Ligi’nin de bu konuda inisiyatif alması için uğraşmıştır. Hatta en son geçtiğimiz kasım ayında, İsrail’e silah ambargosu uygulanması maksadıyla 52 ülke ve uluslararası teşkilat tarafından imzalanan bir mektubu BM Genel Sekreterine teslim ederek gereğinin yapılmasını talep etmiştir.

Tüm bu karamsar tablonun üzerine, yeniden ABD Başkanı seçilen Trump’ın 20 Ocak’ta göreve başlamasından sonra aldığı; İsrail’in işgal politikasını destekler mahiyetteki kararlar ve Meksika, Kanada ile Panama gibi devletlerle Grönland gibi özerk yapıların egemenliğini yok sayan açıklamalar tüm dünyada kaygıyla takip edilmeye başlanmıştır. Hâl böyle olunca ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurduğu; demokrasi, özgürlük, eşitlik ve insan hakları temelli küresel sistem çatırdamaya başlamıştır. ABD, İsrail’in Gazze’de işlediği soykırım suçlarını meşrulaştırmak için kendi kurduğu kural temelli düzenin yıkılmasına göz yummuş ve artık dünyaya güçlü olanın istediğini yaptığı anarşik bir düzen hâkim olmuştur.   

Bu durum ise görece küçük devletleri yeni arayışlara itmiş ve bunun tecellisi olarak değişim ve dönüşüm taleplerinin ilk kıvılcımı 31 Ocak 2025 tarihinde çakılmıştır. Kendilerini “Lahey Grubu” olarak adlandıran dokuz ülke (Belize, Bolivya, Kolombiya, Küba, Honduras, Malezya, Namibya, Senegal ve Güney Afrika) ortak bir bildiri yayınlayarak Birleşmiş Milletler Şartı’nın tüm halklar için geçerli olan kendi kaderini tayin hakkı gibi devredilemez hakların yüklemiş olduğu sorumluluk gereğince, İsrail’in Gazze ve işgal altındaki diğer Filistin topraklarında işlemiş olduğu suçlar ve yürüttüğü soykırıma karşı daha fazla sessiz kalmayacaklarını ve İsrail’in Filistin topraklarındaki işgaline son verilmesi ile bağımsız ve egemen bir Filistin devletinin kurulmasını destekleme yükümlülüklerini yerine getirme kararlılığında olduklarını duyurmuşlardır.   

Ortak bildiride; Uluslararası Adalet Divanı’nın İsrail aleyhindeki soykırım davasında 26 Ocak 2024 tarihinde açıklamış olduğu ara karar ile daha sonra verdiği ilave tedbir kararlarına ve İsrail’in Filistin topraklarındaki işgalin sonuçlarıyla ilgili olarak 19 Temmuz 2024 tarihinde açıkladığı danışma görüşüyle, bu görüşe istinaden BM Genel Kurulu’nda 18 Eylül 2024 tarihinde kabul edilen karara da atıf yapılmıştır. Ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin, Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Gallant’ın Gazze’de işlediği savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle 21 Kasım 2024 tarihinde açıkladığı tutuklama kararının önemine de yer verilmiş ve tüm ülkelerden bu kararı tartışmasız olarak uygulaması talep edilmiştir. 

Ancak metindeki en çarpıcı atıf, Güney Afrika’daki apartheid yönetimin izole edilmesi için BM Güvenlik Konseyi’nin 4 Kasım 1977 tarihinde aldığı 418 sayılı karar ile yine Güvenlik Konseyi’nin apartheid rejime silah ambargosu uygulanması maksadıyla 28 Kasım 1986 tarihinde kabul ettiği 591 sayılı kararı olmuştur. Zira bu kararlar sayesinde Güney Afrika’daki apartheid rejim çökmüş ve demokratik bir rejim ihdas edilmiştir.    

Bildiride bu hususlara neden atıf yapıldığı ise niyetler kısmından anlaşılmaktadır. Keza niyetler üç başlık altında toplanmış olup, yukarıda zikredilmiş olan Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi kararlarının uygulanabilmesi maksadıyla İsrail’e; silah ambargosu uygulanması, gemilerinin limanlara kabul edilmemesi, ticaret yapılmaması ve askerî maksatla kullanılabilecek yakıt satılmaması gibi tedbirlerle birlikte devletlerin uygun gördükleri her türlü tedbire başvurması talep edilmiştir.

Bildirinin sonuç kısmında ise son dönemde kaybolan hukukun üstünlüğü normunun yeniden yerleşmesi ve uluslararası hukuka dayalı bir düzenin yeniden teşkil edilebilmesi için tüm devletler Lahey Grubu’na katılmaya davet edilmiştir.

Lahey Grubu’nun uluslararası toplumu harekete geçirip geçirmeyeceği veya başarı olup olmayacağı bilinmez ama ABD’nin kurduğu ve İsrail’in suçlarını örtmek için rayından çıkmasına göz yumduğu mevcut düzene esaslı bir başkaldırı olduğu muhakkaktır. 

Bu dokuz ülkenin, yayınladıkları bildiri nedeniyle ABD tarafından baskılara maruz bırakılmaları ve bunun sonucunda da bazılarının bu metninden caymaları ihtimal dâhilindedir. Ancak ABD’nin ve İsrail’in kural tanımaz ve kibirli tavırları nedeniyle daha fazla ülkenin de bu gruba katılması mümkündür. Hatta kanaatimizce Türkiye’nin de bu oluşumu desteklemesi, grubun genişlemesinde ve bu sayede taleplerinin karşılık bulmasında olumlu katkı sağlayacaktır.

Sonuç olarak, İsrail’in uluslararası hukukun aksi hükümlerine rağmen Filistin topraklarında sürdürdüğü işgal politikası, özellikle 7 Ekim’den beri devam eden Gazze’ye yönelik saldırıları ve burada işlediği soykırım suçları, şimdiye kadar pasif kalan sessiz kitleyi harekete geçirmiş ve böylesi bir inisiyatif geliştirmeye zorlamıştır.

Zira bu ülkeler, bugünkü anarşik düzenin mağdurunun Filistin halkı olduğunu ama yarın sıranın kendilerine de gelebileceğini fark etmişler, dünyanın barış ve huzur içerisinde kalabilmesi için yeniden kurala dayalı bir düzen kurulmasını temin etmek üzere öncü olmuşlardır. İsrail’in durdurulması ise bunun en somut çıktısı olacaktır. Zira İsrail durdurulmazsa diğer saldırgan aktörlerin durdurulması mümkün olamayacaktır.

Bu cesur hareketlerinden dolayı söz konusu dokuz ülkeyi tebrik ediyor; başta Türkiye olmak üzere Filistin’i, Filistinlileri destekleyen ve İsrail’in hukuk tanımazlığına bir son verilmesini arzu eden tüm ülkeleri Lahey Grubu’na katılmaya davet ediyorum.