8 Aralık 2024’te Suriye’de 53 yıllık Esed rejimi yıkıldığında, bu durumdan en çok rahatsız olacakların o güne kadar Esed’i ayakta tutan, işkence ve katliamlarına destek veren Rusya ile İran olacağını tahmin etmek güç olmamıştı.

Gerçi Türkiye’nin yeni Suriye yönetimine yakınlığı ve geçici hükûmetteki Türkiye’de eğitim almış bakanların varlığı İsrail ve ABD’yi de rahatsız etmişse de nihayetinde bu iki aktörün de yeni statükodan duydukları rahatsızlık İran’ın ki kadar olmamıştır.

Zira İsrail ve ABD daha çok Suriye’nin kuzeyinde bulunan PKK/YPG terör örgütüyle ilgilendiğinden; hatta İran Suriye sahasından çıktığı için söz konusu durumdan memnun olduklarından Türkiye’nin Suriye’de artan etkisine o kadar olumsuz yaklaşmamışlardır.

Kaldı ki yaklaşmış olsalar da bu konuda yapabilecekleri fazla bir şey de yoktur.

Ama İran’ın durumu diğer aktörlerden farklılık arz etmektedir.

Bir kere Esed’in başında olduğu Suriye, İran’ın sözde direniş cephesinin ve meşhur Şii hilalinin önemli bir parçasıydı.

Ayrıca Suriye, İran’ın bölgedeki diğer vekili olan Hizbullah’a lojistik destek sağlamak için yegâne geçiş noktasıydı. Dolayısıyla Lübnan’ı kontrol altında tutabilmek, buradan Akdeniz’e açılmak için de Suriye’de İran’a yakın bir rejimin varlığı olmazsa olmaz bir gereklilikti.

Bir diğer husus da Afganistan-İran-Irak ve Suriye güzergâhından uluslararası pazara ulaştığı ileri sürülen uyuşturucu trafiğinin sürekliliği için Suriye’nin hayati bir öneme haiz olduğu gerçeğidir. 

Dolayısıyla İran’ın kolaylıkla Suriye’den vazgeçeceğini düşünmüyor; hatta Suriye’nin yeni yapılanması içerisinde de bir şekilde var olmak isteyeceğini değerlendiriyorduk.

Fakat Rusya’nın bile Lazkiye ve Tartus’taki üslerini boşaltarak (şimdilik kaydıyla) Suriye’den çıktığını takip ettiğimiz bir süreçte, İran’ın hem de sahada durumu kendi lehine değiştirecek herhangi bir silahlı gücü olmamasına rağmen hâlâ Suriye’nin yönetiminde söz sahibi olmak istemesi, anlaşılabilir bir durumdur ancak rasyonel değildir.

Zira Suriye’deki güç dağılımı geri dönülemez bir şekilde değişmiştir. Bu dağılıma göre de İran’ın artık Suriye’nin geleceği hakkında talimat vermesi, yönlendirme yapması veya söz sahibi olması mümkün değildir.

Ancak Suriye sahasındaki durum böyleyken İran’ın bu gerçeği hâlâ kabullenemediği ve kabullenmek istemediğine yönelik gelişmelere şahit olduk, oluyoruz. Muhtemelen de olmaya devam edeceğiz.

Bu gelişmelerin en önemlisi kuşkusuz İran dinî lideri Hamaney’in Suriye’ye yönelik sözleri olmuştur. Keza İran’ın Suriye konusundaki rahatsızlığı tahmin edilmekte ancak nasıl bir dışa vurum olacağı kestirilememekteydi. Hamaney’in sözleri durumdan duyulan rahatsızlığı en üst seviyede ortaya koymuş olduğu gibi daha alt seviyedeki tepkilerin de yolunu açmıştır.

Hamaney yaptığı konuşmada, “İran’ın Suriye’de kaybeden olmadığını” söyledikten sonra rejim değişikliğinin “ABD ve İsrail’in komplosu olduğunu ve bazı komşu ülkelerin de bu süreçte dahli olduğunu” ileri sürmüştür. Tabii bu komşu ülkeden kastın Türkiye olduğu herkesin malumudur.

“İran’ın vekil güçleri olmadığını” da söyleyen Hamaney, bu nedenle Esed’in yıkılmasının İran’a ve direniş eksenine zarar verdiği söylemini de kategorik olarak reddetmiştir.

Suriye’deki mevcut durumu kabullenmediği anlaşılan Hamaney’in, “Suriye’de kaybettiklerimizi geri alacağız” dedikten sonra “Suriyeli gencin kaybedecek bir şeyi yok; üniversitesi, okulu, evi ve hayatı güvence altında değildir. Peki, ne yapacak? Güvenliğin yok olmasına neden olan bu durumu planlayan ve uygulayan bu kimseler karşısında güçlü bir irade ile durmalıdır. İnşallah onlara galip geleceklerdir” şeklindeki sözleri, yeni yönetime karşı bir isyan çağrısı olarak algılanmıştır.

Hamaney’in hemen ardından bir açıklama yapan İran Dışişleri Bakanı Arakçi ise “Suriye’de henüz kimin kazandığı belli değil, yeni gelişmeler olabilir” diyerek Suriye’deki rejim değişikliğinin kabul edilmemesi gerektiği mesajını vermiş ve yaşanacak gelişmelerin de işaret fişeğini çakmıştır. 

Keza hemen ertesi gün Halep’te bulunan Şeyh Ebu Abdullah el-Hüseybi türbesine saldırı yapıldığını gösteren videolar dolaşıma sokulmuştur. Aslında görüntü eski tarihli olmasına rağmen sanki yeni yönetimin unsurları bu saldırıyı gerçekleştirmiş gibi lanse edilmiş ve mezhebi hassasiyeti olan halk manipüle edilmiştir. Bunun üzerine galeyana gelen bir kesim; Hama, Humus, Tartus ve Lazkiye’de mini bir isyan girişiminde bulunmuş ve mevcut yönetimin askerlerine saldırmıştır.

Bu videonun eski olduğunun anlaşılması ve hareketliliğin olduğu bölgelere ilave güç gönderilmesiyle, İran’ın başlatmaya çalıştığı bu isyan girişimi kısa sürede bastırılmıştır. Ancak yaşanan bu gelişme Suriye’deki değişim ve dönüşümün tahmin edilenden daha sancılı olabileceğinin de işaretini vermiştir. Zira küçük bir azınlık olarak kalmış olsa da Suriye’de hâlâ İran’a ideolojik ve mezhebi yakınlık hisseden bir kesim olduğu ve bu kesimin de İran’ın manipülasyonlarına açık olduğu anlaşılmıştır.

Buna rağmen olaylardan sonra bazı Nusayri kanaat önderleri açıklama yaparak yaşanan olayları tasvip etmediklerini ve yeni Suriye’de eşit ortaklar olarak yer almak istediklerini söyleyip İran’ın hesaplarını boşa çıkarmışlardır. Dolayısıyla İran’ın Suriye’deki duruma yönelik hamleleri şimdilik karşılıksız kalmıştır.

Tam Suriye’de durum normale dönüyor derken Hamaney'in danışmanı olan Ali Ekber Velayeti’den gelen bir açıklama, İran’ın Suriye’de hissettiği kabızlığının asıl sebebini ortaya çıkarmıştır. Zira Velayeti rejime yakın Kayhan gazetesine Esed’in devrilmesiyle ilgili yazdığı yazıda, “Türkiye ve bölgedeki diğer bazı hükûmetlere cevabımız şudur: İran'ın kudretini kendileriyle kıyaslamasınlar. Şimdi Türkiye yetkililerine tavsiyemiz şudur: İran’a uzlaşma tavsiye etmek yerine, sizler kendi izlediğiniz yoldan dönün.” diyerek Suriye’de kendi etkinliklerinin azalmasından ziyade Türkiye’nin etkisinin artmasından rahatsız olduklarını ifşa etmiştir.

Daha Velayeti’nin yazdıklarının mürekkebi kurumadan, İran devlet televizyonu Press TV’nin de müdürü olan analist Mehdi Hanalizade’in sözleri gündeme bomba gibi düşmüştür. Esed’in devrilmesini ABD ve siyonistlerin komplosu olarak gören Hamaney’e rağmen Hanalizade, “Geçmişte Irak'ta Türkiye'ye karşı ABD ile iş birliği yaptık. Türkiye, YPG’yi tehdit olarak algılıyor. İran ile ABD bu konuda ortak politika geliştirebilir. İran ve ABD, Suriye’de Türkiye’ye karşı PKK/YPG'yi desteklemelidir.” diyerek İran’ın sözde düşman olduğu ABD ve İsrail’den ziyade Türkiye’nin varlığından rahatsızlık duyduğunu ve bunun için gerekirse ABD’yle bile iş birliği yapılabileceğini itiraf etmiştir.

İran Dışişleri Bakanı Arakçi’nin sarf ettiği iddia edilen sözler ise tüm bunların üzerine tuz biber ekmiştir. Zira Arakçi’nin verdiği bir mülakatta, “Suriye’de Sünnilerin hüküm sürmesi, İsrail’in Filistin’de hüküm sürmesinden daha tehlikelidir.” şeklinde bir ifade kullandığı ve bu hâliyle de Suriye’nin mevcut Sünni yönetimiyle siyonist İsrail’i bir tuttuğu anlaşılmaktadır.

Aslında İran Dışişleri Bakanı Arakçi’nin Suriye’deki yönetimi nasıl gördüğüne dair sözleri, İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar’ın sözleriyle de örtüşmektedir. Zira Sa’ar da yaptığı bir açıklamada, “Suriye’deki yeni hükûmet terörist ve radikal İslamcı bir çetedir.” diyerek İsrail’in Suriye’deki yeni yönetim konusunda İran ile aynı zaviyede olduklarını göstermiştir.

Yani sözde düşmanların mevzubahis Suriye olunca aynı paydada buluştukları, hatta Türkiye’nin Suriye’deki etkisine karşı ABD üzerinden olsa bile iş birliği yapabilecekleri anlaşılmaktadır.

Bunun en somut göstergesi ise her iki ülkenin de Türkiye’nin terör örgütü olarak gördüğü ve kendisi için tehdit olarak algıladığı PKK/YPG’ye destek vermeleridir.

Velhasıl, Suriye halkının İran’ın hezeyanlarına karnı toktur. Keza 13 yıllık kanlı bir iç savaştan çıkmışlardır ve zaman ülkelerini yeniden ayağa kaldırma zamandır. Bu nedenle İran’ın ortaya atacağı ideolojik ve mezhebi fitnelere kapılmadan, birlik ve beraberlik içerisinde kendi önlerine bakmaları en uygun seçenek olacaktır.

İran’a da tavsiyemiz, artık Suriye’den elini çekmesi olacaktır. Zira Suriye’ye yönelik hezeyanlarının Suriye halkında bir karşılığı bulunmamaktadır.

Ayrıca Türkiye’nin Suriye’deki varlığından rahatsız olmaya da gerek yoktur. Çünkü Türkiye’nin Suriye’ye herhangi bir model, mezhep veya ideoloji empoze etme niyeti de planı da yoktur.

Aksine Türkiye, Suriye halkının kendi belirleyeceği bir model ile barış ve istikrara kavuşmasını ve refah içerisinde huzurlu bir şekilde yaşamasını dilemektedir.

Suriye halkının ilgili tüm aktörlerden de beklentisi bu şekildedir.

Haydar Oruç

6 Ocak 2025, Gölcük