Kâr ve çıkar, iki tehlikeli kavram. Maalesef dünyadaki tüm eğitim düzeni bu iki kavram üzerine kurulu hale gelmiştir. Temel amaç, rasyonel birey, rasyonel toplum ve rasyonel devlet üçlemesi üzerine dayalı bir toplumsal sistem inşa etmektir. Uzaklarda aramaya hiç gerek yok, kendi hayatımıza bakmamız yeterli. Şimdilerde herkes gençleri diline dolamış durumda. Ya şikâyet ya feryat ya da tavsiye dolu cümleler gençlere yöneltilmiş bir mızrak gibi havada uçuşup durmakta. Maalesef sallanan mızraklar bir türlü hedefe ulaşmamaktadır. Neden mi? Çünkü karşılığı yok bu söylenenlerin. Daha doğrusu sosyal yapıda tatbikatı mevcut değil.

Her bilginin medyadan edinildiği, araştırmaların yok ya da hükümsüz veya demode sayıldığı bir anlayışın yaygınlaştığı bir ortamda insanlara neyi, nasıl anlatacaksınız. Medyanın her türlüsünün birer tutsağı olarak kitap okumak, araştırma yapmak ve bunların neticesinde olayları derinlemesine düşünmek kimin işine gelir? Bilginin birer hap halini aldığı, toplumların derin uykuya yatırıldığı ama herkesin medya sayesinde kendini bilgili, yeterli ve haklı gördüğü bir ortamı nasıl görmezden gelebiliriz

Kârını ve çıkarını gözeten bu yerleşik düzenin sınırlarını peki kimler hangi mantıkla belirleyecektir? Veyahut bu mantık hak ve adaleti gözetir mi? Rasyonelliği en saf haliyle ele aldığımızda, aklın her türlü duygudan arındırılarak nötralize edilmesi karşımıza çıkar. O halde rasyonel akıl kârını ve çıkarını gözeten akıldır. Dolayısıyla da rekabet, kâr ve çıkarın azamiye ulaşması için verilen mücadelenin ta kendisidir. Tersten bakılırsa, rekabet oyunu kurallarına göre oynamaktır. Kâr, çıkar ve rekabet kavramlarını içeren bütünleyici küme kapitalizm olduğuna göre, demek ki burada oyundan kastedilen aslında kapitalizmdir.

O zaman şöyle bir paradoks ortaya çıkmaktadır. Hem oyunu kurallara göre oynayacaksınız hem de ortaya çıkan sonuçtan etkilenmeyeceksiniz. Başka bir ifadeyle, ıslanmadan yüzeceksiniz. Türkiye’de bazıları hala kendisini ıslanmadan yüzdüğünü sanarak, kendince ıslananları alabildiğine eleştiriyor. Safranbolu’da muhterem bir hocamız vardı. Ali İhsan Hocamız şimdi yoğun bakımda. Allah kendisine acil şifalar versin. Bir sohbetinde şöyle demişti: “Çocuklarınız için, matematiğe, İngilizceye verdiğiniz paraların kaçta kaçını onların güzel ahlak sahibi olması için harcıyorsunuz?” Bu soru her birimizin kulağına küpe olmalıdır.

İçinde bulunduğumuz zaman kadar, insanlar arası ilişkiler devletlerarası ilişkilere benzememiş ve hiç bu kadar devlet ile insan bütünleşmemiştir. Bunun birçok nedeni olabilir. Ancak kâr, çıkar ve rekabet üçlemesi artık en ücradaki evde bile karşılık bulmaya başlamıştır. Bir bakıma, devlet rasyonel aklını insanlara başarılı bir şekilde aktarmayı başarmıştır. Böylece İnsanlar da artık devletler gibi düşünmekte onlar gibi hareket etmektedir. Eğer durum bu noktaya varmışsa, mevcut düzen içinde zamane insanına çok da ağır misyonlar yüklemenin veya onlardan ulvi davranışlar beklemenin bir manası yoktur.