Rekabet Kurumu Başkanı Birol Küle, kırmızı et fiyatlarıyla alakalı kapsamlı bir araştırma yaptıklarını açıklarken “üreticinin fiyatı belirleyen taraf olmadığını” dile getirmişti.

Düşünebiliyor musunuz? Bir ürün üretiyorsunuz, pazarda karşılığını almak için o ürünün fiyatını siz belirleyemiyorsunuz!

Ya kim belirliyor?

Tekelciler, et baronları, spekülatörler belirliyor. Siz de onların belirlediği fiyatlara razı olmak zorunda kalıyorsunuz.

Üretici, binbir zahmetle üretip pazara arz ettiği ürününün hakkını alamıyor; tüketici ise pazarda istediği ürünü istediği fiyattan satın alamıyor.

Arada, birileri deveyi havuduyla yutuyor.

Kapsamlı araştırmadan öğrendiklerimize göre; Türkiye’de büyükbaş ve küçükbaş hayvan besiciliği alanında faaliyet gösteren yaklaşık 200 bin işletme var. Çiğ süt üretim işletmelerinin sayısıyla birlikte toplam hayvancılık işletme sayısı yaklaşık 1 milyonu buluyor.

İşletmeler küçük ölçekli oldukları için kurumsal yapıdan uzaklar. Bir araya gelmeleri de şu şartlarda imkânsız gibi. Bir otorite, güvenilir bir el bu işletmeleri “kooperatif” çatısı altında toplamıyor. Bu durumda üretici, ürünlerini pazarlarken zayıf konumda kalıyor. Aracıya ya da kesimhaneye satış yaparken fiyatı belirleyen taraf olamıyor. Üretici örgütleri pazarda yeteri kadar etkin değil.

Ham madde fiyatları, enerji fiyatları, arz zincirinde yaşanan sıkıntılar… Kırmızı et sektöründe baş gösteren üretim istikrarsızlığı, arz talep dengesizliği, yem girdilerinin aşırı artış göstermesi, salgınlarla ve savaşlarla direkt ilgili bir durum. Bu durum fiyat artışlarını beraberinde getiriyor. Bu da gözden kaçmamalı.

Hâlihazırda yem sanayisinin yüzde 45’i ithal yem ham maddelerini kullanıyor.

Bu bakış açısıyla biz nasıl yerli yatırımlar yapacağız, yerli hamlelerle sektörü ayağa kaldıracağız?

Bir başka sıkıntı daha!

Yem maliyetlerinin artması karşısında çiğ süt fiyatları yeterince artış gösteremedi. Bu durumda bazı büyükbaş hayvancılık işletmeleri anaç hayvanları kesime göndermek zorunda kaldı. Anaç hayvanların kesilmesi, ülkemizde büyükbaş hayvan varlığının düşmesine yol açtı; doğal olarak kırmızı et piyasasında arz yönlü sorunlar ortaya çıktı. Sonuç ortada! Arz talep dengesi bozuldu ve ani talepler karşısında ani fiyat yükselişleri kaçınılmaz oldu.

Türkiye’de kırmızı et fiyatlarında yaşanan artışlar; besicilik sektöründe ve sektörün gelişiminde karşılaşılan bilinçsiz yönetim, yapısal sorunlar ve buna bağlı olarak ortaya çıkan maliyet artışlarından kaynaklanıyor.

Tespitlerimizi yaptık. Peki çözüm önerisi var mı? Elbette var!

Ülke ekonomisinin düzlüğe çıkması, tüketicinin satın alma gücüne kavuşabilmesi bizim için ödüllerin en büyüğü, kazançların en kutsalıdır. Bu da böyle biline!

Yapılması planlanan eylemleri de şu şekilde sıralamak mümkün.

Sektördeki tüm paydaşlar dinlenmeli. Arz zincirinin tüm halkaları nihai tüketiciye kadar incelenmeli. Tarımsal nüfusun korunması için maddi, manevi her türlü destek verilmeli. Temel üretim maliyetleri düşürülmeli. Bir milyon işletme demek, dolaylı olarak on milyon insanın bu sektörden ekmek yemesi anlamına geliyor. Üreticilerin desteklenmesi, sektördeki istihdamın korunması için de büyük önem arz ediyor.

Küçük ölçekli üreticiler teşviklerle, eğitimlerle desteklenmeli. Bu tarz işletmelerin kooperatifleşmesinin önü açılmalı, hatta katkı sağlanmalı. Üretici pazarda etkin rol oynarsa tüketici daha uygun fiyata daha kaliteli et satın alabilecektir.

Teknik bilgi ve vasıflı insan kaynağı için üretici, STK, üniversite iş birliği tesis edilmeli ve ivedilikle pratiğe dökülmeli. Üretim maliyetlerinin düşürülmesi için tarım kredi kooperatifleri ve finansal kurumlar elini taşın altına koymalı, çözüme katkı sağlayabilecek paketlerle üreticiye can simidi olmalı.

İşsiz veteriner hekimler, gıda mühendisleri, ziraat mühendisleri… Bu insanlar iyi bir tarım ve hayvancılık politikasıyla üretimde sorumluluk alabilirler.

Bölgesel bazlı hayvancılık, aile işletmelerinin desteklenmesi, verilen teşviklerin sıkı takibi, “verimlilik” tuzağına düşmeden; az emekle çok kazanç hatasını işlemeden bu ülkede hayvancılık tekrar ayağa kaldırılabilir.

Meraların verimsiz olduğu iddiası da kocaman bir yanılgıdan öteye geçmez. İşlenmeyen meranın verimsiz olduğunu kim tespit etmiş? Bu iddia, hazır yem lobisinin ortaya attığı büyük bir haksızlıktır.

Anadolu coğrafyası, doğası gereği küçükbaş hayvancılığın ana vatanıdır. Eskilerin, Anadolu coğrafyası için “keçi ile koyun, gerisi oyun” şeklinde güzel bir tespiti vardır.

Özetle, mevcut tarım politikaları yeniden gözden geçirilmeli.

Her ilde, her ilçede, her köyde devlet tekrar tarım politikalarına hâkim olmalı, tarımsal kontrolü sağlamalı. Tarım endüstrisinin küresel markaları; “Bu nasıl olacak? İşleyen sisteme müdahale etmek daha kötü sonuçlar doğurmaz mı?” diye itiraz edecektir.

Doğurmaz efendim. Bu müdahaleden etkilenen tekelciler olacaktır, kaybeden et baronları olacaktır, piyasadan kazınan spekülatörler olacaktır. Bu operasyonun kazananı ise halkın kendisi olacaktır. Dolayısıyla devlet kazançlı çıkacaktır.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” düsturunun karşılığı budur, bu olmalıdır!
Bu doğrultuda çalışmalar yapılır, üretim tabana yayılır, pazar kontrolü sağlanır ve üreticinin ürünü pazarda karşılığını bulursa Türkiye’de et sorunu diye bir şey kalmaz.

Denemeye değer!
Ne dersiniz?