“Neden bu kadar çok derdiniz var? Neden bilmem hangi uzak ülkedeki insanların dertlerini bunca dert ediniyor, her birinin hakkını savunuyor, hepsinin gözyaşını silmeye çalışıyorsunuz?” diye soruyorlar bize kâri. Anlamıyorlar ve anlamalarını beklememiz de beyhude aslında. Zira bunları soranlar ne bir tek kere bir mazlumun derdini dert edinmiş ne bir defa zalimin karşısında durabilmiş ne de bir tek kere olsun masum birinin hakkını savunmuşlardır. Bunlar ister bilmediğimiz, görmediğimiz, tanımadığımız bir ülkede yaşıyor olsunlar isterse de tam içimizden, hemen yanımızdan, bizden biri olsunlar. Aynı şey. Zira insanlık nerede doğduğunla ve adının ne olduğuyla alakalı değil. Ve asla da olmadı. Yine de olmayacak.
“İnsan” diyorum kardeşim sana “insan… Sadece etten ve kemikten değil…” Bizi öyle inandırmaya çalışsalar da değil. Bir gönlümüz var bizim. Ve hiç durmadan nesiller boyu dünyaya haykırdığımız bir mefkûremiz, bir davamız var. Şimdi şimdi bunları unutmuş olsak ya da hatırlamak da zorlansak da zihnimizin bir yerinde halen dahi var bu. Ve gönül dediğin –bence mukaddes olan- bu uzuv bedende görünmese de halen dahi bizde var.
Bir keresinde tam da şöyle demiştim sana ben “Biz güçlü insanlar değiliz… Çok uzak bir şehirde bir kuşa taş atsa bir zalim bizim kanadımız kırılır…” ben bunun çok eskilerden gelen ve gönlümüze nakşedilmiş bir maksat olduğuna inanıyorum. Hem de bütün hissiyatım ve bütün varlığımla inanıyorum. Bunu bilen de sadece biz değiliz. Karşımızda duran adamlar da bunun farkındalar. Bu gönül medeniyetini bizim kurduğumuzu ve halen dahi bile onu savunan, yaşatmaya ve yaşamaya çalışan en azından bunun rüyalarını gören tek milletin biz olduğumuzu onlar da biliyor. Ve korkuyorlar karşılarına çıkıp da bütün merhametsizliklerini, bütün pisliklerini ve bütün insanlığa ihanet ettikleri hallerini suratlarına haykıracağız diye… Tam da bunun için korkuyorlar. Zira yedikleri herzeleri kendileri de çok iyi biliyorlar. İnsanlığa ettikleri ihanetleri, masumların kanlarıyla yazdıkları yalan tarihlerini kendileri de biliyorlar ve korkuyorlar. Şimdi olan da tam bu… Maalesef ki karşılarına çıkıp da bütün bunları söyleyecek ve tarihte olduğu gibi onların zulümleri altında inleyenlerin seslerini işitip “durun” diyecek bir tek bir varız.
Ve şunu derken ne kadar inanıyorduysam halen dahi o kadar inanarak aynıyla tekrar ediyorum;
Batı çöküyor kâri. Hem de gözlerimizin önünde, gürültüyle patırtıyla, kıvrana kıvrana çöküyor. Ahlak yok, insanlık yok, merhamet yok, vicdan yok. Zira kuruldukları bir temel yok. Ama diyeceksin ki “Güçleri ve paraları var” doğru lakin satın alınan her şey bir gün tekrar düşüyor pazarlara. Belki de bunun için ölümün, zulmün ve işkencenin üzerine kurulmuş bir yığın gibi ölümüne çöküyorlar. Farkında olalım ya da olmayalım güneş yeniden bizim yaşadığımız toprakların üzerini aydınlatıyor ve umudu bizden bekleyen ve bizi bekleyenler hayra yorulacak rüyalar görüyorlar. Ve içimizde olup da bu zulümden kurulmuş karanlık diyarına hayranlığı bile aşıp da boyunlarına onların tasmalarını takanlar da artık bitlerini koparıp atamıyorlar. Masum kalamıyorlar. Zira öyle değiller zaten. Parayla satın alındıkları gibi yine öyle satılıyor ve satın alınıyorlar.
Yani insan sadece etten ve kemikten değil… Bir de gönül var… Ve insanlığın gönlü de biziz…
“İnsan” diyorum kardeşim sana “insan… Sadece etten ve kemikten değil…” Bizi öyle inandırmaya çalışsalar da değil. Bir gönlümüz var bizim…