PKK; köylerde, mahallelerde diktatörlük provası yapıyor. Kuzey Kore Demokratik Cumhuriyeti gibi, demokratik kelimesinin arkasına saklanmış barbar bir diktatörlüğün provasını.

PKK etkisi altına aldığı her yerde diktatörlük provası yapıyor. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde olduğu gibi. Tek adam, tek parti ve insanların yanarken devrimci zılgıtların çekildiği vahşi bir “demokratik” diktatörlük.

Diline demokratik kelimesine dolamış silahlı sürülerin, bebekleri, çocukları, kadınları nasıl katlettiğini görmek için PKK’dan geriye doğru “demokratik sosyalizm” geleneği içinden kimi tutup çekseniz elinize kanlı bir katil gelir.

Ankara’da bir sohbette Eyüp Gökhan Özekin’in altını çizdiği bir konu vardı. Demişti ki; “Bütün diktatörlerin arkasında entelektüel bir kadro vardır”

Evet, Hitler’in arkasındaki Heideger gibi filozoflar, Stalin’in arkasındaki şairler, Polpot’un arkasındaki yazarlar, hepsi kanlı diktaların tevil edicileri, savunucularıdır, evet.

Kemalist rejimin de kendi şairleri, tiyatrocuları, yazarları ve gazetecileri var. 1900’lerde başlayan imalat süreci bugün hala ürün vermeye devam ediyor. Yıllarca Kürtlere yapılan eziyetleri, haksızlıkları, katliamları tevil ettiler. Şimdi de aynı “entelektüel” kadro, olduğu gibi PKK’ya transfer oldu. Tezat, çelişki, paradoks vs… ne derseniz deyin. Entelektüel kadro denilen bir kısım zevatın diktatör seviciliği kolay kolay anlaşılacak bir konu değildir. Onlar öyleler, dünyanın her yerinde, eski Roma da bile…

%52 oyla gelen ve bir gün görevi bırakacak olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için, insanların güzünün içine baka diktatör diyorlar ama, Abdullah Öcalan’ın liderliğini sorgulamaya kalkanları enselerinden infaz ediyorlar. Sonra  Demokratik, demokratik, demokratik diye mide bulandırıcı tekerlemeler söylüyorlar. Kuzey Kore, Kongo, Çin, Stalin, Polpot, Hitler, Kemalizm, PKK gibi gerçek diktaların hepsinin arkasında onlar adına teviller yapan sanatçıları, gazetecileri var. “Devrimci”, sosyalist, aydın ve katil sevici “sanatçı”lar.

Mesela, bu katil sevici Esed aşıkları, yavaş yavaş İran’a da ısınmaya başladılar. Esed/Hamaney Halap’te bir binlerce kadın, çocuk ve bebek katlediyor; bu katil sevici entelektüeller, Esed’in yaptığı katliamlardan bir fotoğraf seçiyorlar kendilerine ve “Türkiye çocuk katlediyor” diye numaradan ağlamaya başlıyorlar. Sonra birileri bu adamlara “yalan söylüyorsunuz, bu çocuklar Suriye’den” diyor ama onlar yalan söylemeye devam edip, PKK’nın ne kadar da haklı olduğunu anlatıyorlar. Başka çareleri yok çünkü dokundukları tezgahlarda kodlarına müdahale edilmiş bu entelektüel kadro, ‘kasabının satırını yalayan sığırlar’ gibi devrimci şovlar yapmak zorundalar.

Durdukları anda ölürler.

Katilleri kutlamak, tevil etmek zorundalar. Durdukları anda ölürler.

İki yüzlü olmak zorundalar çünkü durdukları anda ölürler.

Yasin Börü hakkında konuştukları anda ölürler.

PKK, Silvan baraj yolunda patlattığı mayınla 13 yaşında bir çocuğu parçalayarak öldürdü. Bu konuda konuşmazlar mesela. Hatta evde tek başlarına kaldıklarında bile üzül(e)mezler. PKK mutlaka haklıdır. PKK’nın mutlaka bildiği bir şey vardır. Diline “demokratik” kelimesini dolamış bu iki yüzlü katil seviciler sanatsal performansları yeteriz kaldığında körleşir ve sağırlaşırlar.

Özgürlük üzerine konuşacaksak önce bir kaç noktada anlaşalım

Özgürlük üzerine konuşacaksak önce bir kaç noktada anlaşalım çünkü uzlaşma diye yutturulmaya çalışılan acayipliklerin aslında taviz vermek ve taviz denilen belanın da aslında, “bir gün sen bizim putlarımıza tap, ertesi gün biz senin Allah’ına tapalım” pazarlığı olduğunu biliyoruz.

Anlaşmamız ve kesin ahitlere bağlamamız gereken yüzlerce taviz verilmez başlıktan biri de oy gizliliği.

“Halkın yönetimde söz sahibi olması” denilen laf baştan sona saçmalık. Söz sahibi olmak ne demek. Kim bana lütfediyor? Kimin haddine bana söz hakkı vermek? Ben yönetimde söz sahibi değilim, yöneticiyim. Yönetimde belirli bir payım yok, yönetim bana ait.

Katil sevici dikta entelejansiyasının dediği bütün zırvaları çöpe atarak halkın verdiği oyların gizliliğine sahip çıkılmalı.

120 haneli bir köyde kullanılan 256 oydan, 254 HDP’ye 2 oy Ak Parti’ye çıkıyor. Seçimlerden 4 gün sonra, 11 Haziran Perşembe akşamı köye dört kişi geliyor. Köylüler gelenlerden birini tanıyor üçü yabancı.

“Nerde o Hocalar” diyorlar. Herkes gelen PKK’lıların Öğretmen Yasin’i ve İmam Selamet’i sorduklarını biliyor. İkisinin de hoca diye çağrılması az sonra başlayacak trajedinin cilvesi sanki.

İmam Selamet ve Öğretmen Yasin getiriliyor ve PKK’lılar köyün ortasında sorguya başlıyorlar. Para cezaları kesiliyor ve öğretmen falakaya yatırılıyor. İmam Selamet ise muhtarın ricasıyla falakadan kurtuluyor. Kulağını çekip, imamın kafasını sallaya sallaya propaganda yapıyorlar ve gidiyorlar. (Öğretmenden ve imamdan dinlediğim bu vakada isimleri ve rakamları güvenlikleri için değiştirdim)

Kaymakama gidin, valiye gidin, savcıya gidin diye ikna etmeye çalıştık ama edemedik. Kapatalım bu konuyu diye çok ısrar ettiler.

7 Haziran seçimlerinde PKK’nın onlarca il, yüzlerce köy ve mahallede yaptığı bu diktatörlük provası giderek artacak. Köylüler, PKK’nın çöreklendiği mahallelerde oy kullanmak istemiyorlar.

Kime oy verdiğimiz belli oluyor. Bizi alın ilçe merkezlerinde oy kullandırın diyor köylüler. Oy verme sırasında ve sayım sırasında PKK’nın yaptığı hileleri önlemek için en az 12 ilde merkezi sayım yapılması gerektiğini söylüyorlar.

Aksi takdirde silahlardan, çocuklarının kaçırılmasından, sokaklarının mayınlanmasından endişe eden milyonlarca insan yine PKK’ya oy vermiş sayılacak.

Başta söylediğimi sonda tekrar edeyim; İmam Selamet ile, Öğretmen Yasin’in oyunu gizleyemeyen bütün seçimler diktatörlük provasıdır. Açık oy vermeyi CHP diktasından öğrenmiş PKK ve arkasındaki entelektüel kadro bu durumdan memnun.