“Eşim bana değer vermez, eve ocağa bakmaz. Bu evin ve çocukların bütün yükünü ben taşıyorum. Eşim bir de kalkmış üçüncü çocuk istiyor. Ben kesinlikle düşünmüyorum. Öncelikle bizim hakkımızı versin ondan sonra üçüncü çocuğu düşünsün.”

Bu söylem, ilk başta ‘Ne kadar haklı’ dedirtse de, bir durumu doğru değerlendirebilmek için, başka bileşenlere ve diğer aktörlere de bakma zarureti vardır. Çünkü insanın yetişme biçimi, zihnine ve yüreğine kodlananlar, o insanın ilişki biçimini belirler. Bunlar doğru ise, daha sağlıklı bir ilişki biçiminden söz edebiliriz. Eğer yanlışsa, bir de bakmışsınız ki, yaşananlar farklı, algılanan ve ifade edilenler çok daha farklı. O yüzden, birisinin gördüğü ve yaşadığını ifade ettiği şeyler, yaşadıklarının süzgecinden geçmiştir ve tarafsız bir gözle yeniden değerlendirilmelidir.

Çocukluk; insanın hayatında kullanacağı malzemeleri biriktirdiği en kritik dönemdir. Kaynağı ise önce aile ve yakın çevresi, daha sonra, okul ve arkadaş çevresidir. Genetik getirisi ve o şahsa nasip olan mizaç ile, bu ilişki ağından bir yapılanma gerçekleşir. Çocuk bu çevrede, başta sevgi ve değer görme ihtiyacı olmak üzere, inanma-güvenme, adam yerine konma ve paylaşım gibi, kendilik algısının malzemelerini yeterli ve doğru bir şekilde alabilirse; ortaya dengeli ve tutarlı bir kişilik yapılanması çıkar. Değilse, sıkıntılar daha o zamanlardan başlar ve büyüyerek devam eder. Çocuk, elindeki puzzle parçasının yerini bir türlü bulamaz ve kendisini anlamlandıracağı resmi tamamlayamaz.

Gençler, anne babalarından yeterince göremediklerini kendilerine verecek bir eş adayını seçme eğilimindedirler. Seçimden sonra kız annesi gibi davrandıkça, eşi de çoğunlukla babası gibi davranacaktır ve önceki döngü yeni şahıslarla devam edecektir. Çünkü yanlış yaklaşımdan doğru bir sonuç çıkmaz. Bu da, ferdin yanlış seçim yaptığını ve eşinin kendisine hayatı kolaylaştırmadığını düşündürecektir. Oysa sıkıntı, öncelikle kendi yapılanmasındaki aşamadığı çıkmazları görememesi ve yapılanları hiçbir zaman yeterli bulamamasıdır.

Tekrar örneğe dönecek olursak, yapması gerekenleri elinden geldiğince yapan bir erkek ve asla memnun olmayan bir kadın resmi görüyoruz. Çocuk ise, tamamen konunun vitrinidir. Kadın kendi modelinin tutumunu sürdürüp farklı sonuç bekledikçe, bu beklenti gerçekleşemeyecek ve şikâyet için zemin hep hazır olacaktır. Yani kadın, annesinin sızlanmalarını ve babasına söylediklerini eşine tekrarlamaktan vazgeçmedikçe, ne çocuk ne de diğer konular çözülmeyecektir. Hayatı daha doğru yaşamak için, kendimizi görmeye ve düzeltmeye var mıyız? İşte asıl soru budur.