Bu bir ceza hukuku yazısı değildir. Hatta hukuk yazısı bile değil. Bu defa, herkesin rahatlıkla anlayabileceği fakat hukukçuların herkesten daha çok aşina olduğu bir yazı olacak.
Metaforlarla başlayalım:
Bir çiçeği susuz bırakarak soldurmak, onu ihmal ederek kurutmak, onu kasten öldürmek gibidir.
Bir çocuğu, imkânlar varken kasten eğitimsiz bırakmak diğer bir ihmali cinayetidir.
Rumî derki: “Güle su vermek adalet iken, dikene su vermek zulümdür!”
Bu söz ne kadar da yalın ve doğru bir hakikati resmediyor, değil mi?. Gerçekten de diken suyu sevmez, ama gül susuz yaşayamaz. Gülü susuzluk, dikeni (kaktüsü) fazla su öldürür.
Günlük hayatımızda, iş ve mesleğimizde, ailemizde, çevremizle temasta hatalar, yanlışlıklar, suçlar her zaman isteyerek bilerek ve fiilen yani eylemli olarak yapılmazlar. Bazen ihmal yoluyla da hatalar, yanlışlıklar, suç ve veballer ortaya çıkabilir.
Adalet, herkesi isteklerinin verilmesi değil, hak ettiğinin ve hak ettiği kadarının verilmesidir. Adalet popülizmin esiri olamaz. Popülizm hak etmeyen başkalarının veya kamunun hakkından alarak fazlasını verir ve gelecekten çalar.
İhmal etmeyi, göz yummayı, aldırmamayı tarz edinen popülizm, sistem kurmaz, kurulu olana işletmez, kendi koyduğu kurallarla bile bağlı olmayı sevmez ve sürekli dağıtır. Ancak bu dağıtma “dağıtıcı adalet” oluşturmaz. Tam aksine, hak edenlerin aleyhine bir “dağıtıcı zulme” dönüşür.
Sosyal hayattan diğer örneklerle bunu arttırabiliriz: Bir insanı veya grubu yok saymak; hak ettiğini vermeyip sürüncemede bırakmak; ödüllendirilmesi gerekeni görmemek; cezalandırılması gerekeni cezalandırmamak, failleri bakımından günü kurtaran işler olabilir. Fakat bunları toplum aleyhine işlenen ihmali suçlar olarak nitelendiriyorum. Tabii ki bunlar Ceza Kanunu kapsamındaki tipik suçlar değiller ve sosyal alana gönderme ile suç metafor ile anlatmaya çalıştığım benzetmeler
Hukuktaki “ihmali suç”, “ihmal benzeri suç”, “ihmal suçları”, “görevi ihmal” gibi gerçek suç nitelendirmesi hukukçular için aşina bir kavram. Boğulmak üzere olan bir çocuğa elini uzatmayan kişi ihmal yoluyla o çocuğun ölümüne sebep olmuştur. Taksirle veya kusurla öldürmekten bahsetmiyorum: “Hareketsiz kalmak”, seyirci kalmak suretiyle bir ölümü izlemek o ölüme ortak olmak demektir.
Bir memurun görevini yapmaması, işini savsaklaması, bir yöneticinin olana bitene seyirci kalması, sahip olduğu gücü, görevini, mesleğini uygun şekilde kullanmaması birer ihmal örneğidir ve topluma mal olan maddi sonuçları ve manevi açıdan da vebali vardır.
Başında olduğu belediyede kendisi rüşvet alıp vermese de işlenen rüşvet suçunu görüp müdahale etmeyen bir belediye başkanı; kendisi müsrif olmasa da israf ve lüks harcamalara engel olmayan bir genel müdür, temel referanslar ve ilkeler adına toplum aleyhine vebal altında değil midir? Çünkü icra ile değil ihmal ile bu suçlara ve zarara ortak olmuş olmaz mı? Burada hukuktan bahsetmiyorum.
Görev alanlarında gün geçiren ve ihmal yoluyla sorumluluk ve vebali yüklenenler sadece o güne zarar vermezler; milletin ve toplumun geleceğine de zarar verirler. Yürümeyen işler; yarım kalmış süreçler, bitmeyen ve sürekli kendini tekrar eden sil baştan işler; inisiyatif almaktan çekinen yöneticiler, sadece o günle birlikte ümitlerinden de çalmış olur.
Maaş karşılığı kamuda veya özelde çalışan herkes, kendisine emanet verilen yarın hakkını vermek zorundadır. Burada ara bir seçenek yok. Ya hakkını vererek yaptığı işe alın teri, göz nuru ve gönül karışan çözüm üreten helal bir kazanç ya da içinde sadece koltuk koruma kaygısı ve gün geçirme derdi olan ve popülizm adına herkesi hoşnut edeceğini düşünen bir yönetim tarzı.
Yönetici, meslektaş, anne-baba, dost, arkadaş, eş, evlat, öğrenci olarak ihmallerimiz kendi geleceğimizi ve toplumun geleceğini karartmamalı. Yapılması gereken tek bir yol var. Yaptığımız işi aşkla ve hakkını vererek yapmak. Rızkın ve nasibin adil dağıtıcısının hoşnutluğunu, geçici hoşnutluklara tercih etmemek