Irak Başbakanı Haydar El Ibadi’nin Türkiye’ye yönelik tehditlerinin ve Musul’daki Türk askeri varlığına Bağdat’tan yükselen tüm itirazların asıl kaynağının İran olduğu biliniyor.

Iraklı yetkililer tarafından dile getirilseler de Türkiye’ye yönelen tepkilerin Tahran’dan idare edildiğinin Ankara da farkında.

Hoparlör Bağdat’ta olsa da mikrofon Tahran’da.

Bu nedenle Türkiye İran’a öfkeli.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İran’ın mezhepçi politikalarının tehlikesine dikkat çekerek “Doğru bulmuyoruz” dedi.

İran’ın mezhepçiliği ve yıkıcı politikaları yeni bir şey değil.

Hükümetin bugün dikkat çektiği yanlış politikaları geçmişte dile getirenler “mezhepçi”, “Amerikancı”, “Suud ajanı”, “İsrail uşağı” vesaire olmakla suçlanıp linç ediliyordu.

Hamdolsun o günler geride kaldı ve Suriye’de yaşananlar nedeniyle büyük çoğunluk herşeyi gayet net bir şekilde gördü.

Başbakan Davutoğlu, dün AK Parti’nin Meclis’teki grup toplantısında yaptığı konuşmada, “Biz İran’ı en zor günlerinde yalnız bırakmadık. Ama onlar bizi en haklı olduğumuz bir konuda yalnız bırakırlarsa köklü İran – Türkiye dostluğuna zarar vermiş olurlar” diyerek, Türkiye’nin BM’de Brezilya ile birlikte ambargolara karşı el kaldırdığını hatırlattı.

Fakat bu tür sitemlerin hiçbir yararının olmadığı bilinmeli.

Çünkü İran rejimi sadakatten, ahlaktan ve insanlıktan anlayacak bir rejim değil.

Öyle olsaydı 300 binden fazla masum insanı katleden Beşşar El Esed’e sahip çıkmaz ve katliamlarına ortak olmazdı.

Haydar El Ibadi’nin, İbrahim El Caferi’nin ve Bağdat’taki diğer malum yetkililerin İran’dan gelen direktifler doğrultusunda Türkiye’yi tehdit ederlerken “egemenlik ihlali” bahanesini ileri sürmeleri oldukça komik.

“Irak” ve “egemenlik” mevcut şartlarda asla bir araya gelemeyecek iki kelime.

Daha geçenlerde binlerce İranlının hiçbir kontrole tabi tutulmadan pasaportsuz ve kimliksiz ellerini kollarını sallayarak girdiği, Irak bayraklarının indirilerek yerine İran bayraklarının, Humeyni ve Hamaney posterlerinin asıldığı bir ülkeden bahsediyoruz.

Bu nedenle Bağdat’ın değil Erbil’in ne dediği önemli.

Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil El Arabi’nin Türkiye’ye yönelik çirkin açıklamalarının da hiçbir değeri yok.

O sözler Arap Birliği’nde konuşup tartışılmış ortak bir görüş değil, El Arabi’nin kendi kişisel hezeyanları.

Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tanju Bilgiç de konuyla ilgili açıklamasında bu noktaya dikkat çekti ve “Daha önce de ülkemiz aleyhine benzer ifadeler sarf etmiş olan adı geçenin, temsil ettiği örgütün görüşlerini yansıtmayan bu beyanlarının ağırlığı ve geçerliliği bulunmamaktadır” dedi.

Suriye’deki ve Irak’taki İran varlığına tek kelimeyle dahi tepki göstermeyen Nebil El Arabi’nin El Esed ailesiyle bağlatısını daha önce yazmıştım.

Merak edenler Diriliş Postası’nda 8 Ağustos’ta yayınlanan “La nebil ve la Arabi” başlıklı yazıma bakabilirler.

Bunlar beklenmeyen tepkiler değil.

Şayet bölgede haklarımızı sonuna kadar arayacak ve koruyacaksak daha fazlasına hazırlıklı olmalıyız.

Irak’ta El Ibadi ve El Caferi Türkiye’ye tehditler savururken insanın aklına “Ankara’nın desteklediği Sünni politikacılar nerede?” sorusu geliyor.

Usame El Nuceyfi, Esil El Nuceyfi ve Selim El Cuburi gibiler bu aşamada seslerini yükseltmeliler ve Türk askerinin bulunduğu eğitim kampına sahip çıkmalılar.

Irak’ın sadece İran kuklası yönetimden ibaret olmadığını ve Türk askerlerinin orada Irak halkının talebiyle bulunduğunu tüm dünyaya ilan etmeliler.