Hollanda’da yapılan seçimlerde Neonazi Geert Wilders’in partisi zaferle çıktı. Hollandalı siyaset gözlemcilerine göre, Wilders’in partisi beklenmedik  bir şekilde birinci parti oldu.

Hollanda, Avrupa ve dünya siyasetini yakından takip edenler açısından bunun bir sürpriz olduğunu söylemek çok zor. Zira son çeyrek asırdır aşırı sağcı hareketler, partiler ve hatta terör örgütleri tüm dünya geneli ve Avrupa’da yükselişte.

Günümüzün Zeitgeist’i yani çağımızın ruhunun temel belirleyeni, İslamofobik popülist siyaset üzerinden köpürtülüp normalleştirilen ırkçılık ve yabancı düşmanlığı.

Hindistan’dan Brezilya’ya, Arjantin’den Almanya’ya aşırı sağcı siyaset, dünya siyasetini kasıp kavurmakta. 

Hatta son seçimlerde şahit olduğumuz üzere aşırı sağcı ırkçı siyaset, Türkiye’nin de siyaset gündemine girdi. Türkiye’deki ırkçı partiler seçimlerde ciddi bir başarı ortaya koyamasalar da Kemal Kılıçdaroğlu’nun ikinci turdaki ırkçı söylemleri; aşırı sağcı popülist zehrin, ana akım siyasi partilere ne kadar hızlı sirayet ettiğini göstermesi bakımından ibret vericiydi. 

Bu zehir, Kılıçdaroğlu gibi sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir ana akım ana muhalefet partisi liderini bir gecede küçük bir Marine Le Pen’e dönüştürdü.

Aşırı sağcı siyasetin en büyük tehlikelerinden birisi de kendisi iktidara gelemese bile fikirlerinin zamanla ırkçılık etrafındaki bariyerleri aşındırarak diğer partileri de zehirlemesidir.

Aşırı sağcı popülizm sadece duygulara hitap eder; ısrarla yalan haber, bilgi ve dezenformasyon yayarak toplumun önüne bir günah keçisi atar ve topluma basit çözümler sunar. Örneğin işsizlik ve ekonomik sıkıntıların kaynağı hep yabancılardır.

Aşırı sağcılığın el kitabı neredeyse tüm dünyada aynıdır. Her yerde aynı söylemleri birbirlerinden kopyaladıklarını görürsünüz. Türkiye’deki ırkçı partiler de Avrupa aşırı sağını kopyalamaktadırlar; orijinal bir fikirleri, projeleri ya da tespitleri yoktur.

Hollanda’ya dönecek olursak Wilders gibi bir ismin partisinin Hollanda gibi bir ülkede birinci parti çıkması, Avrupa siyasetindeki son çeyrek yüzyılda yaşanan dönüşümü göstermesi açısından dikkatle incelenmelidir.

Çok değil, bundan 25 yıl önce yani 1990’lı yıllarda Hollanda; göçmenler açısından Avrupa’nın en liberal ve toleranslı ülkesi olarak bilinmekteydi. Çok kültürlülük ülkenin resmî politikasıydı. Wilders gibi bir ismin ülke siyasetinde rol oynaması asla düşünülemezdi.

Ama 11 Eylül sonrası Avrupa’da körüklenen İslam düşmanlığı üzerinden tüm Avrupa siyaseti yeniden dizayn edildi. Kitlelerin önüne bir Müslüman öcüsü atıldı. Arka planda aşırı sağcı siyaset her geçen gün yeni mevziler kazanarak normalleşti.

Bugün birçok Avrupa ülkesinde aşırı sağcı, ırkçı partiler siyasetin ana belirleyicisi olmuş durumdalar. Birçok Avrupa ülkesinde ya ana muhalefet partisi ya da koalisyon ortağı durumundalar. Birçoğunda ise aşırı sağcı, ırkçı ajanda ana akım partiler tarafından benimsendiği için çoktan iktidara taşınmış durumda.

Wilders’in Kur’an-ı Kerim’in ve camilerin yasaklanmasını savunduğunu hatırlamamız, bugün Hollanda siyasetinin zirvesinde nasıl bir ismin olduğunu anlamamıza yardımcı olacaktır.

Wilders’in başbakan olup olmayacağını diğer partilerim tutumları belirleyecek. Zira bir koalisyon kurmak zorunda. Bundan dolayı taktiksel olarak bazı söylemlerini yumuşattığını görüyoruz. Bunun karşılığında da diğer partilerin Wilders’e karşı keskin muhalefetlerinden geri adım attığı görülüyor.

Günün sonunda başbakan olsun ya da olmasın Wilders, Hollanda siyasetinde artık kenarda köşede kalmış marjinal bir siyasetçi olmaktan çıktı ve aşırı sağcı fikirleri Hollanda siyasetinin ana belirleyicisi hâline gelmiş durumda.

Seçimlerde üçüncü parti olan Özgürlük ve Demokrasi için Halk Hareketi Partisi lideri Dilan Yeşilgöz gibi siyasi kariyerine sosyalist partide başlamış göçmen kökenli bir siyasetçinin, göçmen karşıtlığında Wilders ile yarışıyor olması bunun en önemli göstergesi.  

Wilders’in bir diğer özelliği de sadık bir İsrail destekçisi siyonist olması. İsrail’in, Holokost’u gerçekleştiren Nazilerin Avrupa’daki bugünkü temsilcileriyle kurduğu ilişkilerin temelini, ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ ilkesi ve İslamofobi ideolojisi oluşturuyor. Bu konuyu bir sonraki yazımızda ayrıntılarıyla ele alalım.