Ülkemizin hiç tartışmasız iki temel sorunu bulunuyor. Birincisi din, inanç ve düşünceye yönelik yapılan baskılar, ötekileştirmeler. Yaklaşık yüzyıldır devlet ya devlet erkini elinde bulunduran çevrelerin “halkı kutuplaştıran, bir dini grubu diğerine düşman eden ve böylece iktidar alanını genişleten” anlayışına şahit olduk. Bu baskı, sadece ülkemizin kahir ekseriyetini oluşturan Sünni Müslümanlara’ değil, zaman zaman Alevi inancına sahip yurttaşlarımıza da yapıldı.
İkinci temel sorunumuz ise, bir imparatorluk bakiyesi olan devletimizin “etnik” temelli ulusal bir anlayışa evrilmesinde yaşadığı büyük problemlerdi. Son 40 yılımızı bu hengamede heba ettik. On binlerce insanımız çatışmalarda yaşamını yitirdi, binlerce şehit verdik, şehirlerimiz tarumar oldu.
Bu her iki yumuşak karnımızı çok iyi bilen Emperyalistler daima bu noktaları kaşıdılar. Kendi çıkarları için çalışabileceğini gördüğü, yönlendirebileceği “elemanları devşirdiler ve taşeron örgütler” kurdular: PKK, FETÖ ve DEAŞ böyle ortaya çıktı. Kimi etnik kimliği istismar etti, kimi dini duygularımızı.
Devletimizin ve milletimizin tüm bu emperyal kuşatmayı kırabilmesi için yapabileceği en temel şey “dinlere, inançlara ve etnik farklılıklara saygı göstermek” ve bunları istismar eden terör örgütlerinin hedeflerini boşa çıkartmaktı.
İşte AK Parti iktidarı 17 yıl sonunda bunu başarmıştır.
Bir mücadele, karşıtını bütünüyle yok etmek üzerine kurulamaz. Savaşta dahi düşman bütünüyle imha edilemez. Haklılıkla kuşatmadığınız hiç bir savaşı gerçek anlamda kazanmış olmazsınız. Gerçek güç, “karşıtını dönüştürebilme iradesi”dir.
1923’te kurulan Cumhuriyet, işgalden daha yeni kurtulmuş bir vatanı nasıl koruyacağı konusuna kilitlenmişti. Etnik ve dini temelli huzursuzlukları ve nihayet ayaklanmaları, devletin bekasına tehdit olarak gördü ve bu korku onu kendi halkına yabancılaştırdı. Ezanı Türkçeleştirmekten, alfabenin değişmesine, Kürtçe’nin yasaklanmasından, Alevilere yönelik şiddet ve baskıya kadar bir dizi hatalı uygulama, vicdansız yöneticilerin elinde hoyratça kullanılan silahlara dönüşmüştü.
Bugün, 1960’dan bu yana halkın başında sallanan “askeri vesayet” kılıcı kınına sokulmuş; TSK asli misyonuna dönmüştür. Devlet, hiçbir etnik ya da mezhebi ayrımcılığa göz yummamakta; ülkemizde oluşan atmosfer “ayrımcılık yapanların ayıplandığı” bir noktaya gelmiş durumdadır.
Başörtüsü artık bir kavga konusu olmaktan öylesine çıkmıştır ki; başörtüsü üniversitelerde ve kamuda yasaklansın diye propaganda yapan TKP, seçimlerde başörtülü aday göstermiştir. Sadece yasakların değil, ikna odaları gibi korku filmlerinin mucitlerinin milletvekilliği yaptığı CHP, bugün yasakları kendisinin kaldırdığını iddia etmektedir.
Şırnaklı, Ağrılı, Muşlu Kürtler “Ülkemizin Kürt sorunu yoktur, teröristlerin sömürgeci efendilerinin talimatıyla memleketimize yönelik saldırıları söz konusudur, bekamıza yönelik tehdit vardır” demekteler.
Ankara’ya, HDP’nin desteğiyle belediye başkanı seçilen CHP’li çalışmalarına “Haydi Bismillah”la başlıyor, bir diğer partilisi Kur’an’a yemin ederek görevi teslim alıyor.
Onlar, güçlerini birleştirirlerse “Cumhur İttifakı”nı yıkabileceklerini sanmışlardı. Yerinden dahi kımıldatamadılar, üzerinden birkaç parça toz döküldü yere sadece. Fakat, tüm vesayet odaklarını yıka yıka büyüyenler, karşıtlarını dönüştürebilmeyi başardılar.
Tüm kesimlere, İslam’a ve sembollerine hürmet edilmesi gerektiğini öğrettiler. Kürt halkının bölücülerle arasına mesafe koymasını sağladılar. Türk milliyetçilerine, Kürtlerin kendi kardeşleri olduğunu; Kürtler’e ise “Türk Milleti”nin onurlu bir parçası olmanın kimliklerini zedelemeyeceğini, bilakis bin yıldır haysiyet ve şereflerini tek bir bayrak altında, omuz omuza vererek koruduklarını hatırlattılar.
Bundan büyük zafer mi olur?