Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası kuzey Avrupa’daki sınır komşularında haklı bir korku yaşanıyor. Özellikle II. Dünya Savaşı’nda Almanya ile birlikte Rusya’ya karşı savaşan Finlandiya ve bu savaşta tarafsızlık görüntüsü altında Hitler’in ordusunun demir-çelik ihtiyacını karşılayan İsveç bu tedirginliği iliklerine kadar hissediyor. Çok sınırlı bir askeri güce sahip bu iki ülke de tek kurtuluşlarının NATO’nun kanatları altına girmek olduğunu düşünüyorlar. PKK ve FETÖ gibi Türkiye’nin başına bela olmuş iki terör örgütüne de kucak açan bu ülkelerin Türkiye’yi ikna etmekten başka çareleri yok.
Sadece bu iki ülke değil: Rusya girdiği bataklıktan çıkmak için, Ukrayna ise sahada askeri açıdan başarılı olabilmek için Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duyuyorlar. Boğazları kapatarak denizden ikmal yollarını kilitlediğimiz Rusya’ya askeri uçuşlar için hava sahamızı da kapatarak Suriye’deki varlığını zora sokarken, 11 yıldır Suriye’de yaşanan katliam karşısında kılını kıpırdatmayan Batılı ülkelerin gönülsüz desteğini kazanıyoruz. Kendisine karşı yürütülen küresel ambargoya iştirak etmeyerek de Rusya’nın.
Böylesi güçlü bir diplomatik dengeyi nasıl kurabildik?
Eğer Fransa ve Rusya’nın tüm saldırılarına karşı Akdeniz’de Münhasır Bölge Anlaşması yaptığımız meşru Libya Hükümeti’ni yıkılmaktan korumasaydık bunu başarabilir miydik? Ya da Rusya’nın bugüne kadar sınırsız destek verdiği, başta Fransa olmak üzere Batı bloğunun siyasi gücünü arkasına alan Ermenistan’a karşı Azerbaycan’ı destekleyerek Karabağ’da zafer kazanmasaydık böylesi bir gücümüz olabilir miydi?
Bugün İsveç ve Finlandiya NATO’ya girebilmek istiyorsa, teröre verdiği desteği sonlandırmak zorunda. Aksi halde Rusya, tıpkı Kiev’de olduğu tanklarını Helsinki ya da Stokholm’e dayasa bile Türkiye ikna edilmediği sürece NATO bu ülkeleri birliğe kabul edemez.
Türkiye’yi sadece bölgesinde değil, küresel çapta bir aktör haline getiren kişi tartışmasız Cumhurbaşkanımız Erdoğan’dır. Ya bu süreçte ülkemizin başında Erdoğan olmasaydı ne olurdu?
Aslında bunun cevabı çok açık. Türkiye’nin 1974’te Kıbrıs’ı özgürleştiren harekâtında Batı’dan yeterli desteği bulamadığı için NATO’dan ayrılan Yunanistan 6 yıl boyunca birliğe girememişti. Ta ki Türkiye’de askeri darbe gerçekleşip, Kenan Evren iktidarı zorla ele geçirene dek. Darbecilerin 1 numaralı kararı, Yunanistan’ın NATO’ya girmesini desteklemek olmuştu. İşte vesayetçilerin özlediği ülke bu. Erdoğan’ı gördükçe hırslarından parmaklarını ısırmalarının sebebi de bu.
Türkiye dünyanın kaderini etkileyecek böylesi bir “bağımsızlaşma devrimi” gerçekleştirirken cumhurbaşkanı adaylığına soyunan Kılıçdaroğlu ne yapıyor?
İslam ülkeleri arasında savunma sanayi ve savunma işbirliğini geliştirmek için çalışan, başında ülkemizin en başarılı emekli subaylarının olduğu SADAT’ın kapısına dayanıp “içeride teröristler var” diye bağırıyor. FETÖ’nün, CIA ajanı tescilli Türkiye düşmanı Michael Rubin’in, Fransız beslemesi terörist Hafter’in yıllardır hedef tahtasına koyduğu bir kuruma savaş açıyor. Üstelik bir yandan terör örgütlerine selam çakarken, diğer yanda Türk Devleti’ni soykırımcı, milletimizi ise katil diye yaftalayıp Batılılara şirinlik taslayan “il başkanını korumak için” göğsünü siper ederken.