Gündemdeki iki mevzuyu iç içe ele almak istiyorum.
İsrail’in soykırım suçlusu bakanlarından biri olan Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, işgal altındaki Doğu Kudüs'te yer alan Mescid-i Aksa'da bir sinagog inşa etmek istediğini söyledi.
Açıklama, İsrail ordu radyosunda gerçekleşti ve sonrasında Netanyahu hükûmetinin diğer bakanları tarafından eleştirildi.
Açıklamayı Türkiye, Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün kınadı. Rusya, söylemleri “dinci siyonizmin marjinal yorumları” olarak değerlendirdi. ABD ise bu gibi söylemlerden kaçınılması gerektiğini ifade etti.
Bu açıklamayı bir nabız yoklaması olarak değerlendirebiliriz.
Gerek alıştırma gerekse Filistinli Müslümanları baskı altında tutma ve direnişi kırma girişimleri olarak fanatik Yahudiler, Mescid-i Aksa çevresinde birtakım faaliyetler yürütüyorlar.
13 Ağustos’ta 2 bin 250 fanatik Yahudi, Harem-i Şerif'e baskın düzenlemişti. Bu baskında Ben-Gvir de vardı. Ben-Gvir, burada yaptığı açıklamada, "Buranın idaresi ve egemenliğiyle ilgili büyük gelişmeler var. Yahudilerin burada ibadet ettiği görülüyor. Daha önce söylediğim gibi politikamız, burada (Yahudilere) ibadete izin vermek." ifadesini kullanmıştı.
İsrail’in Gazze’de korkunç bir mezalim ortaya koyduğu bir dönemde elbette bu açıklamaları manidar olarak değerlendirebiliriz.
Onlar soykırım sürecinde ileriki hamleleri ölçüp biçerken bilinsin ki tarih, zalimlerin ömrünün kısa olduğunu bize söylüyor.
İsrail’in tüm hukuksuz uygulamaları, işgal-terör ve soykırım suçları karşılıksız kalmayacak.
Katliamda öldürülenlerin yüzde 70’ini oluşturan kadın ve çocukların hesabını verecekler!
Şimdilik kendilerini çok güçlü görüyorlar ve bağnaz biçimde hedefledikleri ideallerine ulaşmak için fırsat kolluyorlar.
Fakat hiçbir ideal, hiçbir inanç ve hiçbir kutsal hedef böyle bir adaletsizlik ve hukuksuzluk zemininde yükselemez.
Tarih önünde sonunda İsrail’in, siyonizmin ve fanatik Yahudilerin kaybedişini yazacak.
Önemli olan, bu insanlık dışı uygulamalarda İsrail’in kim yanında durmuş, kim karşısında yer almış; bunu değerlendirebilmektir.
Gazze’de babalar bebeklerinin başsız cesetlerini kucaklarında taşırken, analar çocuklarının beden parçalarını poşetlerde teslim alırken, aç ve susuz kalmış bir halk sürekli sürgüne tabi tutturulurken acaba kim ne yaptı?
Bırakın İslam coğrafyasını, biz kendi içimize odaklanalım şimdi!
Ülkemizde ne çok ‘İsrailsever’ varmış, bunu gördük.
Ülkemizde İsrail’e asker olup, Filistinli katlettikten sonra Türkiye’ye gelip de Türk vatandaşı kimliği taşıyan çifte vatandaşlar olduğunu öğrendik.
Tüm dünya halklarının bu zulüm karşısında ayağa kalktığı bir dönemde ülkemin ana muhalefet partisinin hiç ses edemeyişine şahitlik ettik. Amalı, fakatlı cümlelerle mahcup, mütereddit ve çelişkili ifadelerle çeşitli yorumlar dinledik utanarak…
CHP Genel Başkanı çıkıp da gür sedayla İsrail Başbakanı’na seslenerek “Katliamı durdur.” diyemedi.
CHP teşkilatları mitingler düzenleyip Gazze halkının yanında duramadı. Yanı başımızda bir soykırım yaşanırken sessiz kaldılar.
Zalimlere, emperyalistlere, sömürgecilere ses çıkaramayan CHP’li yetkililer peki kime karşı dikleniyorlardı?
Çevremizdeki tüm ateş çemberine karşın ülkesini ‘güvenli liman’ olarak muhafaza eden, sanayi kalkınmasıyla ülke savunmasına çağ atlatan, 20 senede sağlık, altyapı, enerji ve eğitim alanlarında devrimler gerçekleştiren; hepsinden de öte iktidarı süresince darbe girişimleri, işgal girişimi, parti kapatma ve e-muhtıralara direnen bir lider olarak Recep Tayyip Erdoğan’a kem söz söylüyorlar.
Netanyahu’ya söyleyemediğin kem sözü sen nasıl Cumhurbaşkanı’na söyleyebilirsin?
Bir de milletvekili olacak! Yazıklar olsun.
CHP bile bunu hak etmiyor.
Bu denli millî duygulardan uzak, siyaset kültüründen bihaber, edep ve izan yoksunu bir anlayış, Türk siyasetini utandırıyor, aşağı çekiyor.
CHP’nin Gazze konusundaki eksik tavrını eleştiriyorum.
Netanyahu’ya, Ben-Gvir’e söz söyleyemeyen ama ülkesinin Cumhurbaşkanı’na “zübbe” diyen alçak anlayışı telin ediyorum.
Yargı muhakkak bu konularla ilgilenmeli.
Bendeniz de buradan tüm olanları, Hakk’a ve halkımıza havale ediyorum.