Ara sıra uğruyorlar işte İstanbul’a. Yazları Yunan Adalarında ya da adını hiç duymadığımız bilmem ne adalarında, Kışları, Alpler artık demode, daha uzaklarda geçiriyorlar. Colorado’da filan… Arada kısa turlar, günübirlik Parisler, kaçırılmayan oto, yat fuarları, Nepal, Bhutan merakı da cabası.
Creme de la creme’den bahsediyorum. Servetlerini son on beş yılda üçe dörde katlayan tabakadan… Düşünceleriyle, yaşantılarıyla farklı bir âlemde sürdürüyorlar hayatlarını.
Sürdürsünler, kimsenin bir şey dediği yok ama problem başka yerde.
Sanki varlıkları gökten zembille indirilmiş, sanki öyküleri ülkenin öyküsünden ayrı bir zaman diliminde, ayrı bir mecrada yazılmış gibi bir okuma içindeler. Problem bu.
Geçen gün Haşmet Babaoğlu bu tabakanın medya ayağındakilerin ikiyüzlülüklerini yazdı. Ben de biraz sanayici, iş adamı ayağından bahsedeceğim.
Bir haftadır Almanya’dayım. Avrupa’nın en büyük İklimlendirme Sanayii Fuarı’nda. Türkiye bu seneki fuarda partner ülke. Çok güzel tanıtımlar yapılıyor. Yaklaşık 2500 firmanın katıldığı fuarda Türkiye 140 firma ile katılımcı sayısı bakımından ev sahibi Almanya ve İtalya’nın ardından 3. sırada. Üretim tesisleri Türkiye’de olan dünyaca ünlü markaların üreticileri, merkezlerinin bulunduğu ülke adına katıldıklarından bu sayıya dahil değil. Ayrıca sektör, ihracatının yarıya yakınını AB ülkelerine gerçekleştiriyor. Bu durum sektör aktörlerinden bağımsız olarak ülkemiz adına gurur verici.
Türkiye’den fuara katılan, özellikle yabancı partnerle üretim yapıp AB ülkelerine ihracat yapan firmaların sahipleri, yöneticileri, moda tabirle profesyoneller büyük ölçüde creme de la creme güruhuna mensup vatandaşlar. Konuşuyoruz işten güçten, ihracat artışından, yeni yatırımlardan, ileriye dönük olumlu sinyallerden, Rusya ile düzelen ilişkilerin getireceği yeni imkânlardan falan filan. Durumlar âlâ…
Sıra siyasete gelince şekil bir anda değişiyor. Derhal diğer şapka giyiliyor, oluyor karşınızda bambaşka bir insan… Bir karalama, bir aşağılama, bir kötüleme, bir yandık bittik edebiyatı ki sormayın. Referandum renkleri de belli haliyle, Hayır…
Hayretler içerisinde kalıyorum, insan zihninin bu kadar kıvrak şekil değiştirme özelliği karşısında.
Az önce bahsettikleri olumlu gelişmelerin bizatihi şahidi oldukları ülkeden değil de okyanus ortasında muhayyel bir devletten bahseder gibi konuşuyorlar.
Zihin dünyalarında sanırım şöyle bir algı var: Türkiye aslında iki bölümden oluşuyor, kendilerinin mensubu bulunduğu kesim Avrupa’nın bir parçası ve ülke bütününden bağımsız hareket edebilme özelliğine sahip. Kendileri büyürken ülke karanlıklara gömülebiliyor, batabiliyor.
Böyle saçma bir şey olur mu demeyin. Buna ciddi ciddi inanıyorlar.
Okumuş çocuklar ya hepsi… Bu mantık sefaletine ulaşmak için ne okudularsa artık…