Zaman dürüldü, katlandı ve bütün ağırlığıyla o gecenin omuzlarına çöktü.
Yüz yıldır fırsat kolladıkları hesabı görmek isteyenler, bu defa farklı bir yöntem denediler. Biriktirdikleri kini, hazırladıkları tuzakları, büyüttükleri nefreti, bu toprakları bize vatan kılmama emellerini içimizde besledikleri hainlere yelek gibi giydirip bir canlı bomba olarak saldılar üzerimize.
Hesap çetindi. Bir yüzyılın yükünü nasıl taşısındı bir gece? Hava ağırlaştı. Dolun olmaya çabalamakta olan ay içine kapandı. Yıldızlar söndü. Dağlar yerinden yekinmek istedi. Denizler kaynadı.
Kopmak üzere olan fırtınadan habersiz halk için sıradan bir yaz gecesiydi. Kimi işten yeni gelmişti evine, kimi tatilde, kimi sohbette. Hissettiler olağan dışı bir şeyler olduğunu. Hissettiler masum gecenin karşı karşıya kaldığı imtihanı. Bir kaygı çöktü vatan aşkını yüreğinin en derininde taşıyan insanların üstüne, bir bunaltı, bir sıkıntı, bir iç daralması, bir kabz hali.
İşte o anda, birden bire açılmaya başladı dürülen zaman. Yüz binlerce kişi bir ruhî seyahate başladı geriye doğru. 28 Şubat çıktı karşılarına önce, Menderes’in idamı hatırlandı, İstiklal Harbi düşünüldü, Çanakkale’ye uğrandı. Hızla devam edildi seyahate. Bedir’e kadar gidildi.
Bedir… Var olmakla silinip gitmek arasındaki o müthiş salınımda, bir avuç mü’minin gayret ve sebatıyla ebediyen varoluş beratının kazanıldığı zorlu imtihan…
Türkiye’nin dört bir yanından bu seyahate katılanların kalbine “Bedir Ruhu” nakşedildi işte o gece…
Bütün bunlar bir anda oldu. Bir inşirah indi gecenin ve yüz binlerin üstüne. Bir bast hali kapladı gönülleri. Ümit korkuyu yendi. Endişe def oldu gitti.
Her yaştan, her sınıftan ama ilk inananlarda olduğu gibi özellikle toplumun alt kesimlerinden yüz binlerce erkek ve kadın birer “Tarih Yazıcısı” olarak âna döndü.
Kutsal görev, gecenin sıkışan göğsünden, kalbine “Bedir Ruhu” yazılan yüz binlerce Mehmet’e, Ayşe’ye tevdi edildi. Yüreklerden korku çekilip alındı, “Şehadet İştiyakı” zerk edildi.
Ebrehe’nin ebabilleri hesap edemediği gibi, Yedi Düvel’in Çanakkale’de Seyit Onbaşı’ların gücünü tahmin edemedikleri gibi küresel emperyalizmin beslemesi hainler de bu milletin kodlamalarının silinmez bir mürekkeple yazıldığının farkında değillerdi.
Tanklar bir demir yığınından ibaretti o gece, mermiler leblebiden. Gençlerin, ağ sakallı ihtiyarların, anaların, bacıların tankları çıplak elleriyle nasıl durdurduğunu izledi tüm dünya o gece…
Şehadet bahtiyarlığına erenler, bir meleğin elinden tutup makamlarına yükselirken pörsümez hakikati küresel güçlerin ve işbirlikçilerinin yüzlerine bir kez daha haykırdılar o gece: Bizi asla esir alamayacaksınız bu vatan için şehadet iştiyakine sahip olduğumuz sürece…
“O kadar güzel direndin ki Türkiye’m
Unuttuk bize öğretilen tüm devrim hikâyelerini…”