Gerilimini yüksek tempo yerine düşük tempoyla veren, gizem yerine dramayı tercih eden Masum’u genel itibarla beğendim. Ancak, BluTV yöneticisi olsam,“Türkiye’nin ilk yerli online dizisi”ni Masum yapmazdım. Masum benim üçüncü dizim olurdu mesela. Tempolu ve merak uyandıran iki projenin ardından yapardım/yayınlardım/ piyasaya sürerdim onu. Nihayetinde, “yerli online medya platformu” büyük ekonomik bir iddia, “Türkiye’nin ilk yerli online dizisi” de öyle. Bu iddiaların tüm yönleriyle karşılanabilmesi için pazarlama stratejilerine de dikkat etmek gerek.
Yerli online medya platformu BluTV’nin ve aynı zamanda Türkiye’nin ilk yerli online dizi filmi: Masum.
Ortalama 50 dakikalık 8 bölümden oluşan ve dolayısıyla mini dizi diyebileceğimiz Masum’un senaryosu Berkun Oya’ya ait. Seren Yüce’nin yönettiği filmde, Haluk Bilginer, Ali Atay, Nur Sürer, Serkan Keskin, Tülin Özer ve Okan Yalabık gibi başarılı ve popüler oyuncular yer alıyor.
Anlatımı ileri-geri sıçramalarla şekillenen dram-gerilim türündeki Masum’un hikayesi şöyle:
Karısı ile kızından yeni ayrılmış Komiser Yusuf (Atay), görevlendirildiği yeni bir dosya ile şehirden uzakta bir sahil kasabasına varır. Amacı, yaklaşık 6 ay önce gerçekleşen ve iki kişinin öldüğü şaibeli bir trafik kazasını aydınlatmaktır. Fakat işi bir hayli zordur. Nitekim, mevzubahis kaza yüzünden tarumar olan aile, kendisini yetiştiren eski komiser Cevdet Bey’in ailesidir. Kasabada emeklilik günlerini geçiren Cevdet Bey (Bilginer) ile karısı Nermin Hanım (Sürer), bu kazada büyük oğulları Taner (Keskin) ve küçük gelinleri Emel’i (Özer) kaybetmiş, Emel’in kocası Tarık (Yalabık) ise bu trajik hadise nedeniyle akli dengesini yitirmiştir. Kazada ölen Taner, aynı zamanda Komiser Yusuf’un da çocukluk arkadaşıdır. Yusuf hadiseyi araştırdıkça kendisini çok büyük yalanların, çok büyük ihanetlerin, çok büyük sırların ortasında bulacaktır.
DÜŞÜK TEMPO, YÜKSEK GERİLİM
Masum, dediğim gibi, Türkiye’nin ilk yerli online dizi filmi. “İlk”liğinden dolayı, beklentimi hep düşük tutarak izledim. 80 sayfalık senaryolardan 120 dakikalık bölümler çıkarabilmek için günde 18 saat mesai alışkanlığı edinmiş bir sektörün çalışanları için elbette ki zorlu bir deneyim olacaktı. Yönetmen için de, senarist için de, oyuncular için de, kameramanı, kurgucusu için de… Diğer yandan, başarılı yabancı dizilere aşina bir hedef kitlesiyle ilk kez ciddi bir etkileşime girilmesi sözkonusuydu. Dolayısıyla, hata ihtimali gibi hata payı da yüksek olmalıydı.
İlk şaşkınlığımı filmin temposunda yaşadım. Beklentim, böylesi bir “ilk” proje için daha tempolu, hedef kitlesini hızla içine alacak şekilde ana akım yabancı dizilere daha yakın duran bir işti. Aksine, Masum’un en dikkat çeken tarafı düşük temposu.
Yanlış anlaşılmasın, bunu kötü diye söylemiyorum. Sözgelimi, çok beğendiğim bir dizi olarak Breaking Bad de düşük temposuyla beliren bir işti. Hatta Breaking Bad’i en çok bu tarafından beğenmiştim. Çünkü içinde bulunduğumuz anlamsız hız çağında genç nesli böylesi düşük tempolu bir projeyle buluşturmak az buz iş değildi. Kritik husus şu: Evet, tempo düşük ama gerilim had safhada.
Masum da aynen böyle bir tercihte bulunmuş; düşük tempo, yüksek gerilim.
Adı üstünde, “tercih” bu. Ancak, Breaking Bad gibi pek sınırla sayıda istisna dışında, yüksek tempolu yabancı dizilere aşina hedef kitle için bu tercih hayli cüretkar. Haliyle, riskli de. Şaşkınlığım bundandı.
GİZEMİN DRAMA AKSİ
Altını çizeceğim ikinci husus ise, yine “tercih” edilen tür. Masum ekibi, polisiye bir hikayenin doğal gizemine odaklanmak yerine, hikayenin karakterler üzerindeki tesirlerine yoğunlaşmayı seçmişler. Şahsen beğendiğim bir tür. BBC yapımı The Missing’i bu yüzden çok tutmuştum mesela. Gizem varlığını hep korur, hep hissettirir, ama aslolarak baktığımız yer, trajik bir hadisenin karakterlere yaşattığı ikilemler, çatışmalar, dönüşümler ve sair insani hallerdir.
Gelgelelim, bu benim beğenim ve ben azınlıktayım. “Türkiye’nin ilk online dizisi” diye takdim edilen bir projeyi merakla bekleyen hedef kitle açısından azınlıktayım. Çoğunluk, Masum’dan saf gizem etrafında dönen bir hikaye umuyordu. Çünkü Sherlock’u izlediler, 24’u izlediler, Lost’u, Fringe’i, Westworld’u izlediler. Dolayısıyla, bu da cüretkar (ve riskli) bir tercih.
BİR “İLK” İÇİN FAZLACA RİSKLİ
Bu iki cüretkar tercihi birarada düşünerek şunu diyebiliriz: Masum, hikaye tecrübesi nispeten daha gelişkin bir kitleye hitap ediyor. Odak noktası 15-25 değil de, 20-30 yaş grubu mesela…
Sosyal medyadan tespit edebildiğim kadarıyla, dizi hakkında gençlerin (muhtemelen 15-25 yaş grubundaki gençlerin) görüşleri, ekseriyetle, mutmain olmadıkları yönünde. Hatta, beğenmediğini ifade edenler hatrı sayılır bir gruba denk geliyor. Bu durumun, mevzubahis cüretkar tercihlerle doğrudan alakası var.
Aşağıda teferruatlandıracağımız üzere, ben genel itibarla Masum’u beğendim. Ancak, BluTV yöneticisi olsam, “Türkiye’nin ilk yerli online dizisi”ni Masum yapmazdım. Masum benim üçüncü dizim olurdu mesela. Tempolu ve merak uyandıran iki projenin ardından yapardım/ yayınlardım/ piyasaya sürerdim onu. Nihayetinde, “yerli online medya platformu” büyük ekonomik bir iddia, “Türkiye’nin ilk yerli online dizisi” de öyle. Bu iddiaların tüm yönleriyle karşılanabilmesi için pazarlama stratejilerine de dikkat etmek gerek.
Bu yüzden, düşük tuttuğum beklentilerimin üstünde bir işle karşılaştım. Bu yüzden, mevzubahis tercihlere cüretkar dedim.
DAHA İYİSİNE RAMAK KALA…
Peki Masum bu cüretkar tercihlerine uygun bir film çıkarabilmiş mi ortaya? Büyük ölçüde.
İlk iki bölüm, dizinin geri kalanına nispeten daha zayıf bir olay örgüsü sunuyor. Bu da, öngörülen gerilimin yer yer düşmesine neden oluyor. Zaten düşük tempolu bir iş olduğu için, bu iki bölümdeki düşük gerilim de zaman zaman hikayeye olan alakayı zayıflatıyor. İlk iki bölümden söz ediyoruz, seyircinin çepeçevre kucaklanması gereken yerden…
Diğer yandan, geçmiş ile günümüz arasında ileri geri sıçramalarla şekillenen anlatımda, bir yerden sonra finale bölümüne kadar aşırı yoğunlukla “geçmiş”te kalıyoruz, “günümüz”le rabıtamız neredeyse kopma noktasına geliyor. Evet, bu sayede gizem ve gerilimin korunduğunu görüyoruz; ama her iki zaman dilimindeki olay örgüleri birbirlerine denk hacimler kaplamış olsaydı, böyle bir tasarımda gizem ve gerilim sürdürülebilseydi çok çok daha başka şeyler, mesela Masum’un uluslararası başarısından söz ediyor olabilirdik.
OYUNCULUĞU ÖNE ÇIKARAN DİYALOG TASARIMI VE KURGU TERCİHLERİ
Bu iki kritik dışında, Masum hakkında söyleyebileceklerim hemen hep olumlu şeyler.
Açıkçası, “online” vasfının getirdiği rehavetten dolayı, karakterlerin hiç görmemiş gibi mütemadiyen argo ve küfre başvurdukları bir diyalog tasarımı bekliyordum. Yanıldım; iyi de oldu. Masum’da argo ve küfür yine var ama ciddi bir sinema filminde karşılaşabileceğiniz kadar, daha “makul” seviyede. Hele, mesela Breaking Bad’le kıyas dahi edilemeyecek kadar “az.” Bunu önemsiyorum, çünkü televizyondan “kurtulur kurtulmaz” yaptığı ilk işte büyük bir şehvetle tüm bir diyalog tasarımını sinkaflı küfürlerle şekillendiren kerli ferli sinemacılarla dolu etrafımız. Çocuk gibiler. Masum ekibi, onların yanında aile babası, sınıf öğretmeni adeta.
Ayrıca, ana akım televizyon kanallarının alışkanlıkları dışında bir diyalog tasarımı gördüğüm için de heyecanlandım. Karakterler hislerini ve fikirlerini gerektiğinde, yerinde, zamanında ve olabilecek en ekonomik cümlelerle ifade ediyorlar. Yer yer boşluklar arz eden diyaloglar, ancak sinemada ve iyi filmlerde karşılaşabileceğimiz türden. Bu da oyunculara geniş bir hareket alanı sunuyor. Nitekim bu sefer devreye vurgu giriyor, tonlama giriyor; jestler, mimikler önplana çıkıyor. Televizyonda usta bir başrol oyuncusuna dünyanın parası veriliyor, ancak ona, bir “oyuncu” olarak alan açacak diyaloglar ve mizansenler yerine; tartışmaya/ şüpheye/ gerilime yer bırakmayacak şekilde tıka basa dolu konuşmalar, elini kolu bile hareket ettirtmeyecek birbirinden durağan sahneler yazılıyor. Kimisinde dışsesler filan… Allah esirgesin. Büyük israf. Hal böyle olunca, Masum’daki heyecanımı anlayabilirsiniz.
Masum’da oyuncuları oyunculuğa kışkırtan bir diğer tercih de kurgu. Şoke edici karşılaşmalar ya da önemli diyaloglar esnasında, uzun uzun bir karakterde kalıyoruz mesela. “Konu” karşı tarafta, “muhatap” karşı tarafta, ama biz diğer taraftaki karakteri görüyoruz uzun uzun. Bu sayede hem gizem korunuyor, hem karakter odaklı gerilimin hakkı veriliyor, hem de oyuncu kendi standartlarını zorlayan bir performansa sevk ediliyor.
Diyaloglarda ve kurguda karşılaştığımız bu iki “sıradışı” tasarım, yıldız ve başarılı oyuncu kadrosuyla zuhur eden Masum’u bir hayli yükseltiyor.
Bir bütün olarak ses bandı da, televizyon izlemediğinizi, başka bir platformda, başka bir konseptte olduğunuzu hatırlatıyor. Hani, televizyonda bir yerli dizi izledikten yarım saat sonra başımızda bir ağrı hissediyoruz ya, Masum’dan sonra o olmuyor işte. Şişirilmiş, hatta patlatılmış, yerli yersiz, fan fan fan, vın vın vın, zır zır zır şarkılar, melodiler, sesler yok. Zaten olması gerektiği gibi…
Tüm bu sebeplerle, Masum’u beğendiğimi, saygı uyandıran bir işle karşılaştığımı ve heyecanlandığımı bir kez daha belirteyim.
YETİŞKİNİZ BİZ, MASUM GİBİ DİZİLER İZLERİZ
BluTV ve sair online medya platformları hakkında ayrıca konuşuruz belki. Ancak şimdilik başlık kabilinden şunları söyleyeyim: Bu yeni nesil yayıncılıkta başarılı olmak için en az üç şey gerekiyor; içerik, içerik ve içerik. Pulp Fiction’ı herkes yayınlayabilir, isteyen Inception’ı başka bir platformda da bulabilir, Matrixler, Recep İvedikler, Ezeller, Leyla ile Mecnunlar her yerde var… Hikaye izlemek için yavaş yavaş televizyondan internete doğru kayıyoruz ve bu mecranın alamet-i farikası özgün diziler ve filmler. O yüzden içerik dediğimizde Masum gibi özgün dizilerin ya da filmlerin anlaşılması lazım; Hobbit’in, Behzat Ç’nin ya da Breaking Bad’in değil. Hele, BluTV özelinde konuşacak olursak, şifre korumalı “yetişkin” içeriğinin hiç değil.