Bugüne kadar izlemediğim bir film hakkında nadiren yazı yazmışımdır ve bunu da yönetmeninden yola çıkarak yapmışımdır zaten. Lakin, “Günün birinde bunu Mecid Mecidi için de yapacaksın” deseler güler geçerdim herhalde.
Hayat böyle.
1) Dostum Muhammed Uyar, geçenlerde Twitter’da bir anket yaptı, “Bir film hakkındaki yazılar, o filme dair tercihlerinizi etkiliyor mu?” diye sordu. Hiç düşünmeden “Evet”i işaretledim. Şu ayrıntıyı vermeliyim ama: Başka dünyalardan ya da başka mahalleden bir sinema yazarının fikirleri ve beğenileri ile, mesela Muhammed Uyar’ın, mesela Muhammet Erkam Bülbül’ün, mesela Erem Şentürk’ün veya Abdulhamit Güler’in fikirleri ve beğenileri benim için aynı değildir. Elbette ki arkadaşlarımın, abilerimin, ablalarımın; dünyalarımız, fikirlerimiz ve beğenilerimiz örtüşen yazarların görüşleri, diğerleriyle kıyas dahi kabul etmeyecek kadar kıymetlidir bende. Hele ki üzerinde müspet ya da menfi yönde ittifak ettiğimiz bir bahiste sıradışı bir söz söylemişlerse…
Yukarıda saydığım (her iki manada da “saydığım”) isimlerle Mecid Mecidi hakkında müspet yönde bir ittifakımız vardı. Onlar Mecid Mecidi’nin siyer-i nebiden yola çıkarak hazırladığı son filmini izlediler ve hepsi birden bu sefer film hakkında menfi yönde ittifak ettiler. Bu benim için çok kritik bir veridir, hiçbir şekilde yok sayamam, azımsayamam bile.
Kimileri bunu benim için eksiklik, hatta yanlışlık addedebilir. Önemsemem. Ben hiçbir zaman klasik bir film eleştirmeni olarak görmedim kendimi, böyle bir iddiada bulunmadım hiç. “Laik” değilim ben, günlük hayatta şöyle, ama sanatsal bir faaliyet esnasında böyle olamam. Günlük hayatta çiğnemediğim, çiğnememeye ve çiğnetmemeye çalıştığım ilkeleri, sırf bir film, bir roman, bir şiir sözkonusu diye çöpe atamam -algılarken de, uygularken de…
2) Filmin isminden başlayalım: “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” (s.a.v.)… Genellikle “Allah’ın Elçisi” kısmının ve salavat-ı şerifin ihmal edildiğini de unutmayalım.
Filmin adı ilan edildiğinde hemen orijinaline baktım, “Muhammed Rasulullah” (s.a.v.) lafzını gördüm. Bu haliyle bile eksik, riskli bir isimken, bunun Türkiye’deki sinema salonlarına çok daha özensiz bir şekilde sunulmasından rahatsız oldum.
Biliyorum, birisi Arapça, birisi Türkçe olmak üzere, aynı anlama gelen iki ifade bunlar. Velakin, literatürümüz bellidir; sözgelimi “ekber” tabirini günlük hayatta hemen hiç kullanmayız, ama “Allahuekber” lafzını günlük hayatın pek çok alanında sıkça telaffuz ederiz. Bunun gibi, eksiğine ve riskine rağmen “Muhammed Rasulullah” (s.a.v.) lafzı dururken, önce Arapça kalıptan İngilizceye, ardından İngilizceden Türkçeye çevrildiği belli “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” (s.a.v.) ifadesinin kullanılması anlaşılır gibi değil. Biz Türkler “rasulullah” deriz, “Allah’ın elçisi” tabiri literatürümüzde yoktur.
Hepsi bir yana, Mecid Mecidi neden böyle riskli bir isim seçti ki? Bu soruyu cevaplarken, filmin Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz’in çocukluk ve ilk gençlik yıllarına odaklandığını, diğer deyişle, risaletten önceki dönemi anlattığını da aklımızdan çıkarmayalım.
Ayrıca, bu bir “üçleme”nin ilk halkasıysa, sahi, ikinci filme ne ad konulacak?
3) Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz’in hayat hikayesinin perdeye aktarılacağını öğrenmek her zaman heyecan vericidir. Tabi beraberinde de makul kaygılar getirir. Fakat, bu işe Mecid Mecidi gibi birinin önderlik edeceği bilgisi, hem heyecanı arttırır, hem de kaygıları giderir.
Kimdir Mecid Mecidi? “Baran” gibi, “Serçelerin Şarkısı” gibi, orijinal adı “Reng-i Huda” olan “Cennetin Rengi” gibi filmlere imza atmış, büyük bir yönetmen. Kendine has çarpıcı bir üslupla ve “fıtratın dili” üzerindeki tozu toprağı kaldırma gayesiyle bugünlere getirdiği filmografisi ışıl ışıl ışıldayan bir sinemacı (Benim de, hem sinemada, hem bir bütün olarak sanat evreninde rehber edindiğim isimlerden biri.)
Dolayısıyla, “Siyer-i nebi filme aktarılıyor” ifadesiyle, “Siyer-i nebi Mecid Mecidi tarafından filme aktarılıyor” ifadesi arasında çok ama çok büyük fark var.
Film hakkındaki eleştirilerin yoğunlaştığı başlıca husus da bu büyük farka işaret ediyor zaten: Filmde Mecid Mecidi yok. Neredeyse anonimleşmiş Hollywood tarzında çekilmiş bir film. Önde gelen siyer kitaplarını okumuş, belli başlı İslam alimleriyle görüşmüş ve senaryo ve set tecrübesi bakımından standartları karşılayabilecek herhangi bir Amerikalı yönetmenin de imza atabileceği bir işten söz ediyoruz. Örnek kabilinden, filmografisi standardın standardı filmlerle tıka basa dolu olan Ridley Scott’ın “Kingdom of Heaven” (Cennetin Krallığı) filmindeki sıradışı üslup denemesini bile riskli bulmuş olmalı Mecid Mecidi.
Mecid Mecidi ismi ile mevzubahis filmi arasındaki kontrast o kadar yoğun ki, “Bu hikayeyi -mesela- Francis Ford Coppola filme çekse daha iyi mi olurdu acaba?” sorusuna bir çırpıda “Hayır!” diyecek durumda değiliz. Aramızdan “Evet!” diyecekler çıksa, yadırgamayacağız.
Allahualem, dünya üzerinde, hazırlık, çekim ve post-prodüksiyon aşamasında bu filme dair en çok yazıyı yazmış, filmle ilgili bütün haberleri takip etmeye çalışmış, Mecidi’nin ağzından çıkan her sözü kelimesi kelimesine kaydetmişlerden biri olarak soruyorum: O halde ben neden “Mecid Mecidi, Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz’in hayat hikayesini filme uyarlıyor” diye heyecanlandım?
Hayal kırıklığımı tarif edemem.
4) “Kimdir Mecid Mecidi?” sorusunun başka bir cevabıyla devam edelim.
Kimileri hemencecik “İranlı” ya da “Şii” gibi cevaplarla konuyu kapatmak ister. Ben onlardan değilim.
Eserleriyle (üstadım Hasan Aycın’ın tabiridir, “fiili duasıyla”) örnek alınacak bir Müslüman, bir Müslüman sanatçıdır benim için Mecid Mecidi. Söz ve fiilleriyle ve bunlardan neşet eden filmleriyle tanıdığım Mecid Mecidi benim için hiçbir zaman İranlı ya da Şii olmadı bu yüzden. Aliya İzzetbegoviç ne zaman Boşnak oldu, Hasan el Benna ne zaman Arap oldu, Mehmet Akif ne zaman Türk ya da Arnavut oldu da Mecid Mecidi İranlı ya da Şii olsun ki? (Tamamen teknik gerekçelerle “İranlı yönetmen” vb. tabirler kullandığım vakidir. Bir de arada bir anne tarafından Azeri olduğunu hatırlatıyorum, filmlerinde kavgaya tutuşan karakterlerin “2. kanal” olarak Türkçe konuşmaları hoşuma gidiyor.)
Hal böyleyken, siyer-i nebi odaklı filminde, Mecid Mecidi’nin bu vasıflarını ummak da hakkımdır. Gelgelelim, Hz. Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle veya böyle tasvir edilme gayretkeşliği, mucizelere dayalı bir hikaye demeti seçilmesi ya da sözgelimi Ebu Talib’in Müslüman olarak takdim edilmesi gibi, Sünni itikatla Şii itikadın ihtilafta bulunduğu meselelerde oy kullanan Mecid Mecidi ne yapmak istemiş olabilir ki?
Ne demişti Mecid Mecidi? Filmin hazırlık aşamasında hem Sünni ve hem de Şii alimlerle biraraya geldiğini, onların görüşlerini hassasça not ettiğini ve iki grubun da müştereklerinden yola çıkarak bir senaryo tasarlayacağını söylememiş miydi?
Peki bu ne?
Yobazların, “sanatsal laik”lerin ya da Şii düşmanlarının art ve cahil niyetlerinden beri olduğumu hatırlatarak soruyorum: Vahdete vesile olmasını umduğumuz bir film, şu ana kadar tefrikayı derinleştiren bir hal arz ediyorsa, üzerinde durup düşünmemiz gerekmez mi?
5) Şimdi ne diyor Mecid Mecidi? “Karikatürler ve terörle İslamofobi’yi körükleyen propagandalara karşı, doğru olan Hz. Muhammed’i (s.a.v.) ve İslam’ı anlatmak için bu filmi çektim.” Diğer deyişle, filmle daha çok gayrımüslim Batılılara hitap etmek istediğini anlatıyor.
Buradan yola çıkan kimi yazarlar da, Mecidi’nin, filmde kullandığı kimliksiz, standardın standardı anlatım tekniğini bu nedenle tercih etmiş olabileceğini belirtiyorlar.
Beni Mecid Mecidi’nin harikulade dünyasıyla tanıştıran hocam Sadık Battal’ın sözüdür, sözümdür: “Sen ancak kendi hikayeni anlatırsan o zaman herkesin hikayesini anlatmış olursun ve güzel olur.”
Mecid Mecidi’nin, sesini dünya çapında duyurmasına yol veren, onun “kendi hikayesini” anlatması, kendi diliyle, kendi tekniğiyle konuşmasıydı. “Cennetin Çocukları”nda, “Söğüt Ağacı”nda ya da “Baran”da bizim hikayemizi, bizim dilimizle, bizim tekniğimizle anlattığı için Batılıları etkilemişti Mecid Mecidi. Bugün tepeden tırnağa Doğulular olarak Semih Kaplanoğlu, Aida Begiç ya da Asgar Ferhadi de böylelikle Batılıları neye uğradıklarını şaşırtıyorlar.
Şimdiye kadar “Doğuluca” konuşarak Batılıları çarpan Doğulu Mecidi, en büyük iddiasını ortaya koyacağı filmde neden “Batılıca” konuşmayı tercih etti ki?
6) Filmde Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz’in tasvir edilmesi meselesine gelince…
Yukarıda bahsettiğim, tefrikaya yol veren boyutuna ilaveten; benim gibi, filmi izlerken mevzubahis planlarda başını eğecek, onları görmek istemeyecek, hatta belki bunun için üzülecek insanları neden hesaba katmadı Mecidi? Hz. Rasulullah’ı (s.a.v.) hiç tasvir etmese, birileri isyan başlatıp “Neden tasvir etmedin?” diye sorguya mı çekilecekti? Şimdiyse -benim de dahil olduğum- “Neden tasvir ettin ki?” diye soran büyük bir kalabalık var karşısında.
7) Kabaca, şöyle bir görüş de var: “Emeğe, çabaya saygı duyalım. Mevcudu eleştirmek yerine, daha iyisini nasıl ortaya koyabiliriz diye kafa yoralım.”
Bkz. md-3, m-5: Emeğe, çabaya saygı duyuyoruz. Yoksa niye çarşaf çarşaf yazılar yazalım? Diğer yandan, böyle bir filmde Mecid Mecidi imzasını görmek zaten cümle ümmet adına “daha iyisini yapma” girişimiydi. Denedik, olmadı. Neden olmadığını da bir zahmet izah edelim o zaman -ki, “daha iyisine kafa yorma” yolunda ilk adımı atmış olalım.
8) “Bir filmle imanınız zedelenecekse siz o filmden önce imanınızı gözden geçirin” filan diyenler var.
Ayıptır.
“Sanatsal laik” dediğim bu kesimin bu meseleyi adeta karikatürize etmesine ancak böyle cevap verebilirim: Ayıptır.
Az çok sizi dinleyen, fikirlerinizi önemseyen insanlar var; ayıptır.
Lütfen daha fazla söyletmeyin.
9) “Filmi izlemeyin” tavsiyesi de bu “sanatsal laik” grup ve “Siz kim oluyorsunuz”cu bir kesim tarafından eleştiriliyor.
Açık açık yazıyorum: Dostlar, abiler, ablalar, kardeşler ve kızkardeşler, boşverin, bu filmi izlemeyin.
Çünkü sizler benim dostlarımsınız, abilerim, ablalarım, kardeşlerim ve kızkardeşlerimsiniz. Bir dostuma “Aman dikkatli kullan aracını” derken, bir kardeşime kendimce tasarrufu ve cömertliği anlatırken, bir ablamla sosyal ya da mesleki tecrübelerimi paylaşırken neysem, bir film hakkında “Mutlaka izlemelisin” ya da “Boşver, izleme” derken de oyum ben. “İzle, kendin karar ver” diyemem, “Kontrollü gittiğin sürece hız sınırını aşabilirsin” ya da “Cömertlikle müsriflik arasındaki farkı bilmiyor olsan da kendin karar ver” diyemeyeceğim gibi.
Ortada başarısız şekilde tasarlanmış, yönetmeninin ismini hiç mi hiç karşılamayan, anlattığı hikayesiyle -başka dünyalarda “Sırf gişede dikkat çekmek için böyle yaptı” bile denilebilecek- başlığı uyuşmayan, anlattığı hikayesiyle bunu ifade ettiği -havai fişek gösterisi mesabesindeki- dil arasında tezat barındıran, hedef kitlesinin beğenilerini, kabullerini, alışkanlıklarını gözardı etmiş ve bu yüzden seyircisine saygı duymadığını bile söyleyebileceğimiz bir film var. Başka filmler bu problemlerden sadece birini dahi içerse “Bu filmi izlemeyin” diye yazıp çizen biri olarak benden, yığınla biçim ve içerik problemiyle zuhur eden bir film hakkında “İzleyin, kendiniz karar verin” dememi beklemeyin lütfen.
Ayrıca, tekrar etmekte fayda var: Mecid Mecidi benim için “Şii sinemacı” yahut “İranlı yönetmen” filan değildir; “Müslüman bir sanatçı”dır. Dolayısıyla, “Bu filmle Hz. Rasulullah’a (s.a.v.)/ ehl-i sünnete savaş açılmıştır” fikrinden fersah fersah beriyim. Gelemeyiz ama hadi niyetlendik diyelim, Mecidi’nin filmine gelene kadar İran’la hesaplaşmamızı gerektiren bir sürü somut durum var bugün. “Ne Şii ne İranlı”, Müslüman bir sanatçının en fazla hata olarak nitelendirebileceğimiz birtakım tercihleri üzerinden İran’a “çakmak” bana göre değil (ve fakat, bkz. md-4: Mecidi’nin bu ortamı öngörmeden hareket etmesi, hatasının/ihmalinin büyüklüğüne işaret.)
10) Son sözüm Mecid Mecidi’yedir: Ağam, ah!