19. yüzyılın radikal bilimselcilerinden, yani “Gözlemleyebiliyorsam vardır, gözlemleyemiyorsam yoktur” diyen şımarık pozitivistlerinden Renan, 1852’de yazdığı “İbn-i Rüşd ve İbn Rüşdçülük” adındaki doktora tezinde İbn Rüşd’ü, “Aristo’yu yenileyen ve felsefi Helenizm’in saf ışıklarıyla Avrupa’yı aydınlatan Müslüman” olarak tanımlıyor.
İbn-i Rüşd’e nispet edilen ancak bazı kaynaklara göre İbn-i Hevkal’e ait olduğu iddia edilen şöyle bir söz var: “Bireyler ve toplumlar yumurta gibidir. Yumurtayı kıran kuvvet dışarıdan gelirse kırıcı ve hayatı sonlandırıcı bir etki yaparken, yumurtayı kıran kuvvet içeriden gelirse hayatın başlangıcı olur.”
Türkiye için önemli bir kararın eşiğinde olduğumuz şu günlerde en çok dikkat etmemiz gereken konuların başında gelen bu kadim nasihate kulak vermeliyiz. Türkiye’ye dışarıdan gelen bütün dayatmalar (kuvvetler) hangi niyetle ve hangi saikle olursa olsun bilaistisna hepsi bizim sonumuzu getirecek kırıcı etki olacaktır. Bu durumda biz kendi kabuğumuzu içeriden kırmalıyız ve kendi kuvvetlerimizi dışarıya yansımalıyız. “Kendi kuvvetimiz” meselesinin en can alıcı noktası kendimize ait olmasından geliyor.
Bir öznenin kuvvetinin kendine ait olması için gereken iki şartın birincisi kendisinin farkında olmasıdır. Türkiye’nin kendi kendinin farkında olması için acilen kendini tarif etmelidir. Türkiye tam olarak neresidir, bayrak ne anlama gelmektedir ve bayraktaki sembol hilal midir; yani Hz. İbrahim’den (as) beri devamlı putlara ve adaletsizliğe karşı yürütülen bir kadim mücadeleyi mi temsil edilmektedir; yoksa 1915-1920 yılları arasında yerde birikmiş bir şehit kanına yansıyan gerçekten dünyanın uydusu olan Ay denilen işe yaramaz kuru taşın parlak yüzünün yansımasından ibaret anlamsız bir şey midir? Biz, tam olarak kimiz ve ne yapmak istiyoruz? Köklerimiz nereye kadar uzanıyor ve bu köklerden damıttığımız teklifimiz nedir?
Kuvvetin kendine ait olması gereken ikinci şart ise kuvvetin kaynağının kendimiz olması yani üretimin bizim tarafımızdan gerçekleşmesidir. İbn-i Rüşd’den bir alıntı yaparken, bu yazıda olduğu gibi söze Ernest Renan adındaki papazdan bozma İsrail tarihçisi, milletçilik ve laiklik teorisyeni bir Fransız’la başlamamak lazım yani. Konusu bir Müslüman’ın sözü olan yazıya, bir Fransız düşünürle başlamam sizi rahatsız etti mi? Yüksek ihtimalle etmedi çünkü buna alıştırıldık. İbn-i Rüşd gâvurlar tarafından övüldüğü için kıymetli, gâvurlar övdüğü kadar kıymetli, gâvurların övdüğü sözleri kıymetli oluyor. İşte bu mekanizmayla bütün sahalardaki üretimlerimizin bize ait olmasının önü kesiliyor ve hepimiz gâvura nispetle karar vermiş oluyoruz.
AB müktesebatları yerine kendi hürriyet kriterlerimizi yazmalı, bu kriterlerin uluslararası mahkemelerini kurmalıyız. Bu mahkemelerde Batı’da yaşanan ve yaşanacak adaletsizlikleri yargılamaya başlamalıyız. Kuvvet iç kuvvet olmalı yani. İç kuvvetin hikmetiyle kabuğumuzu kırarken, etrafımızı zar gibi sarmış olan, kulağına gâvurun söylediklerinden başkasını asmamayı ilericilik mahareti sayanların tahakkümünü yırtmalıyız ki kabuğu kırabilelim…
En yakın örneğiyle 16 Nisan günü sandıklara atılacak “Evet” oyu, Büyük Türkiye’nin kabuğunu kırarak yeni dönemde hayat başlatacak hikmetli bir iç kuvvet olacaktır…