ABD Başkanı Donald Trump, Libya’da emrindeki güçlerle başkent Trablus’u işgal için saldırı başlatan Halife Hafter ile geçtiğimiz günlerde telefon görüşmesi gerçekleştirdi.
Beyaz Saray’dan konuyla ilgili yapılan açıklamada, “Başkan Trump, devam eden terörle mücadele çabalarını ve Libya’da barış ve istikrarı elde etme gereğini ele almak üzere Mareşal Halife Hafter ile görüştü” denildi.
Açıklamada ayrıca “Başkan, Mareşal Hafter’in terörle mücadeledeki ve Libya’nın petrol kaynaklarını korumadaki rolünü takdir etti ve ikili, Libya’nın istikrarlı bir demokratik siyasal sisteme geçişi için ortak bir vizyonu ele aldı” ifadelerine yer verildi.
Kaddafi’nin komutanıyken Çad ordusunun eline esir düşen Hafter’in CIA tarafından kurtarıldığı, Amerika’ya giderek ABD vatandaşlığı aldığı ve yıllarca orada yaşadığı biliniyor.
Yani Trump aslında ülkesinin istihbaratıyla da bağlantısı bulunan kendi vatandaşıyla görüştü.
ABD Başkanı’nın Hafter’le telefon görüşmesi yapması ve bunun kamuoyuna ilanı ne anlama geliyor?
Beyaz Saray’dan yapılan açıklama sonrası doğal olarak bu soru gündeme geldi.
Çünkü uluslararası topluma göre Libya’nın meşru hükümeti, Fayiz Es-Serrac başkanlığındaki Ulusal Mutabakat Hükümetidir.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreter Sözcüsü Stephane Dujarric, Pazartesi günü New York’ta düzenlediği basın toplantısında gazetecilerin konuyla ilgili sorularını cevaplarken, Libya’nın BM tarafından tanınan meşru hükümetinin Es-Serrac başkanlığındaki hükümet olduğunu söyledi.
Washington, uluslararası topluma aykırı bir politika benimseyerek Hafter’i destekleme kararı mı aldı?
Bu sorunun cevabı Trump’ın başkanlık koltuğuna oturduğu günden bu yana izlediği politikada yatıyor.
Her şeyi alınıp satılabilir gören ABD Başkanı, İsrail’in lobi ve Ortadoğu’daki müttefiklerinin para desteğiyle uluslararası sistemi bypass eden kararlara imza atmayı alışkanlık haline getirdi.
Arap sokağındaki gözlemciler, Trump’ın Hafter’i telefonla aramasının ardında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin olduğu görüşünde.
İddiaya göre Riyad ve Abu Dhabi, Trump’tan Trablus’a saldırı başlatan fakat ağır yenilgi alan Hafter’e moral vermesini istedi.
ABD Başkanı’na bu görüşme için herhangi bir ekstra ödeme yapıldı mı yoksa önceki ödemelere mahsuben kendisinden Hafter’i araması mı talep edildi; henüz bilinmiyor.
Hafter emrindeki güçlere “Libya Ulusal Ordusu” adını verse de bunun PKK’nın Suriye’deki kolu PYD/YPG’nin “Suriye Demokratik Güçleri” diye adlandırılmasından pek farkı yok.
Söz konusu güçler ne “ulusal” ne de gerçekte bir “ordu”.
Hafter’e bağlı silahlı gruplar daha çok Kaddafi rejimi kalıntılarından, cezaevi kaçkını suçlulardan, paralı askerlerden ve Suudi Arabistanlı din adamı Rebii El-Medhali taraftarı Câmiyye Selefiliği üyelerinden oluşuyor.
Paris, Kahire, Riyad ve Abu Dhabi’nin her türlü desteğine rağmen kısa sürede çok büyük kayıplar vermesi de zaten karşımızda düzenli ve eğitimli bir ordudan çok “çapulcu sürüsü” denilebilecek milislerin olduğunu gösteriyor.
Hafter’in Trablus’u işgal planı başarısız olunca BAE, insansız hava araçlarıyla Libya başkentine saldırı düzenlemeye başladı.
SİHA’larla meskun mahallere düzenlenen saldırılarda aralarında çocukların ve kadınların da olduğu birçok masum insan hayatını kaybetti.
Kısacası, Hafter’in Libya’da işlediği savaş suçlarına kendisini destekleyen ülkeler de ortak ve o ülkelerin yöneticileri de Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmayı hak ediyor.