Hukuk, çok basit bir denklemden oluşur: Suç işlersen; cezaya katlanırsın. Suçların tanımlarını ve bu suçların oluşması halinde hangi cezaların gerektiği de kanunda yazılı bir şekilde bulunmaktadır.

TCK’nın 314. maddesinin 2. fıkrası derki: ‘’silahlı örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.’’ Demek ki TCK md.314/2’ye göre terör örgütüne üyelik suçtur. Suç ceza gerektirdiğine göre; Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’nın bu suç iddiası ile yargılanması ve bu süreçte haklarında tutuklama kararı çıkartılması yasalara göre bir zıtlık teşkil etmiyor.

Çünkü CMK’nın 100. maddesinin 1. fıkrası şöyle söylüyor:  “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir’’ ve aynı maddenin 11. fıkrası terör örgütüne üyelik suçunu ‘’tutuklama nedeni’’ olarak gösteriyor.

Yani bu şahısların terör örgütüne üyelik suçuyla yargılanmaları da, bu yargılama sürecinde tutuklanmaları da ve yargılamanın ileriki safhasında cezalandırılmaları da hem kanun hem hakkaniyet açısından gereklilik arz ediyor. Hatta geç kalınmış bir gereklilik diyebiliriz.

Bu kişileri terör örgütüyle hiçbir alakası yokmuş gibi göstermeye çalışmak ve konuyu sulandırarak devletin yasalara aykırı ve dikte bir anlayış içinde hareket ettiğini vurgulamak; salağa yatmaktan başka bir şey değildir.

Suçun da cezanın da belli olduğu bir halet mevcut iken ve sanıkların bu suçu işlediği kat’i delillerle ispat edilmişken ve hatta 80 milyon nüfuslu bir ülkede, bir Allah’ın kulu bile çıkıp ‘’bunların PKK ile hiçbir alakaları yoktur ve bunlar terör örgütü üyesi değillerdir’’ diyemezken; yapılan bu tür sulandırmalar, terör örgütünün dolaylı olarak meşrulaştırılmasıdır.

Ayrıca, hâlâ anlamak istemeyenlere tekrar anlatmak gerekir: “PKK üyesi olmak; suçtur!”

Terör suçları kapsamına giren bu fiillerin cezalandırılmasını içine sindiremeyen terör yandaşı ve devlet düşmanı yazar, akademisyen veya medya organları bu tutuklamaları inadına ve her zaman olduğu gibi özgürlüklerin ihlaline dayandırıyorlar. Bu süreci OHAL’den yararlanma olarak gösteriyorlar. Bu müdahaleleri de antidemokratik müdahale olarak yutturmaya çalışıyorlar.

Kaos ile tehdit edilmiş bir halkın oylarıyla seçilmiş bir belediye başkanının tutuklanması demokrasiye bir darbeymiş. Asıl darbe; Silvan’da, Sur’da ve diğer ilçelerde belediyenin araçlarını, halkın evlerinin önüne hendek kazmaları için tahsis etmektir. Asıl darbe; halktan toplanan vergileri ve devletten gelen payı dağa ve terör örgütlerine nafaka yapmaktır. Asıl darbe; halkın parasıyla alınan belediye araçlarını tonlarca bomba ile doldurup sivil polis demeden katliam yaşatmaktır. Halka bu darbeleri yapanlara, kanun çerçevesinde darbe yapmak devletin görevi ve asli vazifesidir.

Yasama dokunulmazlığının olmaması, devletin ihanet odaklarının piyonlarına müdahalesini de kolaylaştırıyor. Bundan dolayı bu yargılama yetkisinin, sadece belediye başkanlarına değil; milletvekillerine de yansıtılması demokrasimizin gücünü daha üst seviyelere çıkaracaktır.

Ayrıca bir konuya daha değinmeden edemeyeceğim. Bizim demokrasi aşığı kucaklayıcı ana muhalefet partimiz çıkıp bu tutuklamalar için açıklama yapma gereği duymuş. Neymiş? Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’nın tutuklanması tamamen siyasi bir kararmış. Bu açıklamayı okurken bir an HDP sözcüsü açıklama yapıyor sandım. Ama yanılmışım. CHP, o kadar kucaklayıcı bir hale gelmiş ki yargının terör örgütü üyeleri hakkında verdiği kararları siyasi kararlar olarak niteleyecek kadar genişletmiş kucağını. Parti, baya ılımlı bir vaziyete bürünmüş anlaşılan.

CHP, yargıya karşı PKK ve sözcülerini savunuyor hale gelmiş. Hem halk nezdinde hem de siyasi çevrelerde hiçbir ciddiyeti kalmamış bir HDP’nin kutsal görevini üstlenmiş. Devleti ve hükümeti yıpratmak için elinden geleni yapmaya çalışıyor. Yenikapı ruhu filan da umurunda değil. Düşmanımın düşmanı dostumdur ilkesini benimsiyor.

Ne diyelim? Allah bir yastıkta kocatsın…