Neil Postman, “Teknopoli” adlı kitabında yeni teknolojik araç gerecin hayata dair önceliklerimizi değiştireceğini, kültürün ve geleneğin o derin anlamından koparılarak sadece araçlarla ilişkilendirileceğini yazmıştı.
Postman’dan hareketle hayatın “google”laştırıldığı bir zamanda arama motoru bizim neyi ne kadar bilmemize müsaade ediyorsa o kadarını biliyoruz. Biz google’ın müşterileri değil ürünleriyiz. Eğilim, merak ve tercihleri reklam verene satılan ürünleriz. Bizler hakkında birçok şey bilen bir gözetim mekanizması aslında.
Google’ın cardboard diye sunduğu sanal gerçeklik tüm hayalleri sınırsız şekilde yaşamamızı sağlıyor. İlkel bir sanal gerçeklik gözlüğü düşünün mukavva bir karton ve iki lensten oluşuyor. O gözlükle Afrika’nın birçok okulundaki çocuklar Avrupa’daki müze ve sergileri geziyor.
Peki başka?
Aslında asıl meseleye gelmek istiyorum. Bu sanal gerçeklik gözlüğüyle sadece müze, sergi ve şehir gezilse hiçbir sorun yok. Ama.. Aynı gözlükle Silikon Vadisi’nin hemen yakınında Porn Valley’de pornografi sektörü sanal gerçeklikle insanların hizmetine sunuluyor. Yapılan araştırmalarda eşcinselliği tecrübe etmek isteyen ama cesaret edemeyen bir kişi bunu sanal gerçeklikle deneyebiliyor.
Bu noktada birçok etik tartışma çıkmakta. Sanal pedofiliden tutun da Japonya’da üretimine başlanan cinsel hizmet sunan robotlara kadar. Çünkü bir şekilde Google’ın Cardboard sanal gözlüğü bir pazar oluşturmak zorunda idi.
Bunun bizle ne alakası var? dediğinizi duyar gibiyim.
Kökü dışarda akımlar, ekoller, ideolojiler Türkiye’de öncelikle acentecilik olarak faaliyet göstermiştir. Ve Google’ın da bir Türkiye acentesi var. Bu acente zamanla dışarıda etkinlik gösteren uygulamaları Türkiye’ye taşıyacağından zerre şüpheniz olmasın.
Zira İnsan beyninin uyum sağlayabilme konusunda başka hiçbir canlıda görülmeyen bir mahareti vardır. Biz ne olursa olsun sonunda uyum sağlarız. Farkında mısınız? Şu an evinizin her bir bireyinde ya tablet ya telefon var. Malum korona virüsten dolayı hepsi aktif bir biçimde kullanılmakta. Peki, tüm bu aletlere alt yapı sunan kim? Elbette Google.
Zamanla Michel Serres’in “Yumuşak kirlenme” adını verdiği durumla karşı karşıya kalıyoruz. Her gün; evdeki çocuğunuzdan tutunda bizzat kendinize kadar çeşitli zihinsel kirlenme ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Her an çocuklarınız ve siz yeni bir öz kimlik yaratma esnekliğine tabi tutuluyorsunuz. Bu durum “ötekinin kimlik kurması” olarak da adlandırılabilir.
Burada ebeveynlere ciddi iş düşmekte. Nasıl ki çocuğunuz sokakta oynarken bir an olsun kendinizi camın önünden alamıyorsanız, aynı şekilde çocuğunuzun sosyal mecradaki her adımını takip etmek zorundasınız…