İnanmış bir insanın bütün bir dünyayı değiştirebileceğine her vakit inandım ben. Ve buna inanmak hiç de zor olmadı esasında. Zira dünya nasıl değiştirilir, nasıl güzelleştirilir, adamlık, insanlık, şeref ve haysiyet toprağa nasıl yerleştirilir ecdat dünyaya çok güzel anlatmıştı bunu. Ve onların hatıraları halen dahi anlatıyor bunu. Dünyaya adamlığı da, insanlığı da, merhameti de ve haysiyeti de bizim dedelerimiz öğretmişti. Şimdi de bu miras bizim ellerimizde. Yine ve yeniden bu derde düşmek zorundayız. Aslında tarih de bize bunu öyle güzel gösteriyor ki. Ecdadımız inanmanın en büyük meziyet olduğunu, en kavi kuvvet olduğunu ve en mukaddes emanet olduğunu bize bıraktıkları şanlı miraslarıyla gösterdiler hep. Lakin biz belki de görmüyoruz. Zira çoğu zaman görmek için bakmak gerekir. Eski bir misalde de dendiği gibi “Köre nedir köre ne! Görenedir görenedir görene…”

Yeniden bir diriliş olacaksa –ki elbette olacak- bunun olacağı yer Anadolu’dur. Zira yiğit düştüğü yerden kalkacak, sancak indiği yerde dalgalanacak ve yeniden dirilecek işte o vakit hayallerimiz. Zira Anadolu dediğimiz yer sadece bir toprak değildir. Ve hiçbir vakit de öyle olmadı. Anadolu, anaların kundakta haysiyeti salladıkları, başlarında merhameti sakladıkları, yiğitlerinin dua diye dillerinde vatan diye haykırdıkları yerdir. Toprağa sevda, muhabbet ve merhamet ekilir Anadolu’da. Sonra boy verir, yeşillenir, çınar olur dünyaya adamlığı öğreten koca bir çınar… Ve dallar kurusa da kökü yine bir gün filizlenmek için öylece kalır.

Bu davayı bu derdi ve dünyayı yeniden değiştirebilecek bir ferdi yetiştirmek için hepimiz ve hep beraber o çınarın gölgesinde birleşmek zorundayız. Ve bir yol açmalıyız gençlere. Zira onların da bir derdi var. Kabul edemiyor olsanız da, onlara inanmıyor olsanız da, yapacaklarını ikna olmasanız da gençlerin de bir derdi var. Zira gönüllerinde o davayı dert edinenlerin nefesi var. Ruh aynı ruh halen dahi… Yeniden Alparslan’lar, Fatih’ler, Hasan’lar, Ömer’ler yetiştirmeye hiç değilse o ruha sahip gençlere fırsat vermeye mecburuz.

Ve benim şikâyetim var bu derdi dert edindiğini söyleyen yüksek bir sesle gelip de derdini unutanlardan. Ve daha önce söylediğimi yeniden tekrar ediyorum.

Abiler! İnsaf edin. Yirmi sene, otuz sene sonrasının hayallerini kurduğunuzu söylüyorsunuz, bir gençlik yetiştirmekten bahsediyorsunuz zoraki toplanmış ya da menfaatinin peşine gelip de oturmuş binlerce insanın doldurduğu salonlarda önünüzdeki mikrofonlara konuşurken. Misal ki bir “İmam Hatip Şuuru” diyorsunuz her bulduğunuz mikrofonun karşısında. “İmam Hatip Gençliği” diye bahisler açıyorsunuz. Ama kendi çocuklarınızı kolejlerde okutuyorsunuz. O nasıl olacak! Yapmayın! Biraz samimi olun en azından. Zira bir nesli kaybediyorsunuz ve farkında değilsiniz belki ama siz de kayboluyorsunuz…

Üstad “Kim var! ” diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert “ben varım!” cevabını verici, her ferdi “benim olmadığım yerde kimse yoktur! ” duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik…” diyordu.

O gençlik hâlâ var…

Ve bu derdi de unutmayanlar, dirilişin yeniden Anadolu’nun evlatlarının kara gözlerinde olacağını görenler, onlar da var halen dahi. Söylemeliyim ki Anadolu’yu şehir şehir dolaşırken muhakkak uğramak istediğim ve dertleştiğim İmam Hatip Gençliğinde, şevkleri kırılmış olsa da halen dahi o ruhun var olduğunu gördüm. Ve bunu dert edenleri de gördüm. Bu vesileyle İzmir’de İmam Hatip gençlerini dert edinen İMHAD ve başkanı Burhanettin Kansızoğlu Bey’e, Kayseri’de aynı derde sahip KİMDER ve başkanı Ahmet Yurtlu Bey’e, Sivas Şarkışla’da bu dava için hiç değilse bir damla su taşırım diyen dertli öğretmen, Şeref Subaşı Hocama ve Sivas’a düşerse yolunuz derdi kendinden büyük olmak ne demektir görmek için muhakkak uğrayın diyeceğim Arifan Külliyesi ve Ömer Faruk Akkaya hocama ve talebelerine hem teşekkür ediyor, hem de tebrik ediyorum. Ve isimlerini burada bilerek ve isteyerek zikrediyorum. Zira onların da bir derdi var…