Bir hayali olması lazım insanın. En başta kendisi için, sonra ailesi için, ülkesi için ve nihayetinde bütün insanlık için bir hayali olmalı… Öyle ütopya ya da distopyalarda yazılanlar gibi dört başı ayrıntıyla hesaplanmış metinlerden ya da doktrinlerden söz etmiyorum. İnsani, sivil kendi halinde bir hayal. Örneğin aile, annelik, adalet, refah gibi… Yetimler, kadınlar, işçiler gibi dertlendiği yerler olmalı.
Bunu kendi başına beceremez insan aslında, böyle hayaller kurup tekliflere sahip olmak bir insanın tek başına altından kalkacağı bir şey değildir. Din işte tam bu noktada giriyor devreye ya da din yoksa ideolojiler… İdeolojinin kurucusu olan her kim ya da kimlerse onların peşine takılıyor insan. “Bu adam düşünmüş, hesaplamış, dünya ancak böyle yaparsak daha iyi bir yer olur” diyor.
Diğer yandan Müslümanlar da diyor ki: “Beşeri acizlikten gelen hastalıkları yine beşerle çözemeyiz, bütün bu Kâinatı Yaratan’ın ne dediğine bakıp ona göre yaşamalıyız…”
Bir hayal yoksa, bir teklif yoksa, başı sonu belli bir plan yoksa, sabitlerden meydana gelen çerçeve değerler yoksa ve nihayetinde idraki var eden referans nirengisi yoksa bir insanın; mücadele diye elinde kalan tek şey sağa sola sataşmak oluyor. Örneğin; kendisine dair, ailesine dair, vatanına ve insanlığa dair söyleyecek hiçbir şeyi kalmamış bir Kemalist ya da anti Kemalist’i alın karşınıza. Kemalist olan kendini boşlukta hissedince, atmosferde kapladığı yerden rahatsız olunca, işe yaramaz bir sünepe olduğunu fark edip ezildikçe sataşma dozunu artırır. Allah’a (cc), Kur’an-ı Kerim’e, Rasulullah sallallahu Aleyhi ve Sellem’e sövmeye hakaret etmeye başlar. Bu hep böyledir. Yeni de değildir; yarın bitecek günübirlik bir hezeyan da değildir.
Tam karşısında ise güya anti laik, güya anti Kemalist olan başka işe yaramaz bir kitle ise, kendini işe yaramaz hissettikçe söyleyecek gerçek bir teklifleri, gerçek bir analizleri, gerçek bir önermeleri olmadığı için, İslam’a sataşanların kutsallarına sataşıyorlar durup dururken M. Kemal’e sövüyorlar.
Şimdi bu ikinci işe yaramazlara dikkat kesilelim biraz. Ne oldu da yaptı bunu, niye sataştı M. Kemal’e? Bir teklifi mi var? Bir analiz mi yapmış? Kimsenin bilmediği yeni bir şey mi keşfetmiş? Hiçbiri… Reyting, dikkat çekmek, baştan sona kendi nefsi için çırpınan ahmak aslında. Çok köşeye sıkıştırsan kurup kurabileceği en akıllı cümle şu: “Onlar söverken iyi, biz söverken mi kötü!”
Uzak durun bu adamlardan. Bunlar, değerli olabilmek için caddenin ortasına durup dururken şahsi mevziler kazan adamlar. Bütün insanlığın baş belası olan hedonizm, sekülerizm gibi kanserlerle böyle mücadele edilmez. Öte yandan açıkça ifade etmek gerekir ki yaranmaya da çalışmayın; çünkü Kemalizm’i benimsemiş biri siz asla sevmeyecektir, kabul etmeyecektir, saygı göstermeyecektir. Sataşmayın ama boşuna takiye de yapmayın; çünkü Kemalist ideolojinin temelinde İslam’dan nefret etmek var. M. Kemal ise bu ideolojinin bizim buralara has yerel ayrıntısı. Asıl mesele; Samuel Johnson, George Jacob Holyoake, Nietzsche, Heidegger, Derrida, Horkheimer, Adorno, Foucault, Jaspers, O. Spengler, Habermas, Marks, Poole vs… Bizim bu adamları devirip yerine koyacak tekliflerimiz olmalı. Hadi geçelim teklifi en azından böyle bir niyetimiz olmalı.
Sadece hukuk sistemi hatta daha ayrıntılı haliyle ceza hukuku sistemine baksak bile kavganın ne kadar eski ve ne kadar büyük olduğunu görebiliriz.
Örneğin; Stoa Okulu’nda kendi kendine tapmayı marifetmiş gibi dünyaya yaydıklarında başladı, bu kavgadan haberimiz var mı? Mevzunun geçmişi 2 bin yıldan fazla yani… Yani, Cicero yazdığı ceza hukukunu kafasına göre yazmadı. Sonra Cicero’dan yola çıkan Grotius, hukuku eşyanın maddi çevresiyle kısıtlayarak dünyevi sitemi kurdu. Daha sonra geliyor geliyor ve İtalyan hukukçu Giuseppe Zanardelli bu ideolojik hafızayı derleyip başka bir ceza kanunu yazıyor. Zanardelli’nin o zaman yazdıkları 1926 yılında Türk Ceza Kanunu oluyor. Şimdi en başa dönüp Stoa Okulu’ndaki Zenon’un yerine kimi koyacağımıza dertlenmemiz lazım. Sonrası düzelir. Gerçekten adalet, hukuk sistemi gibi dertlerimiz varsa tabii. Bu sadece hukuk, hatta hukukun tamamı değil ceza hukuku meselesinde böyle. Adalet, eğitim, sağlık, medya, ticaret, üretim, aile, sanat, miras, savunma ve savaş gibi onlarca büyük çaplı başlık ve her başlığın altında yine onlarca müstakil başlık var.
Böyle bir derdi, bir derde yönelecek kalbi, kalbindeki niyeti faydaya dönüştürecek aklı olmayan adamlar gibi, sağa sola söverek çözülmez bu iş…