Seni öldürmeye gelen sende dirilsin…
-Sezai Karakoç-
Ölüyoruz kâri, her gün, her saat ve her an ölüyoruz. Ve bunca ölümün olduğu dünyayı, bu ölümlü dünyayı çok ciddiye alıyoruz bence. Öyle ölüyoruz ki biz, belki de biz ölümden değil de ölüm bizden sakınıyor. Hiç gelmeyecek zannediyoruz ölüm meleğini, geleceğine inanıyor ama inandığımıza inanamıyoruz. Ve putlar yapıyoruz kendi ellerimizle bu ölüm kokan dünyada. Paradan, makamdan, hazdan yapılmış putlar. Hala putlara “tapıyoruz”. Belki bu cümle için kızacaksın bana, ama tam da böyle yapıyoruz.
İnsan bir iddiası olarak yaşamalı gibi geliyor bana. Dünyayı değiştirecek bir iddia olmalı belki de bu, dünyayı güzelleştirecek bir iddia. Hiç değilse kendini değiştirecek… Biz belki de en ziyade bunu yitirdik. Önce kendimize benzemeyi terk ettik, kendimiz gibi olmaktan vazgeçtik, inandığımız gibi yaşarken birileri bize “dünya için yaşamak” denen bir efsunu fısıldadı ve inandık. Sonra gönlümüzde olanı, onun için yaşamayı reddettik. “Dünya” diye bir acuzeye âşık olduk sanki de bizi terk edip gideceğini, biteceğini bile bile yine de vazgeçmedik bu sevdadan. O hiç gitmeyecek sandık, ölüm gelmeyecek ve bu fani âlem fena bulmayacak… Ama bazıları var ki dünyaya bir an olsa bulaşmamış, dünyanın kokusu dokunmamış ve bu ölümlü âlemi asıl âleme ulaştıracak bir yol diye görmüş de ölüm onu korkutmamış. Anlayamıyorum bazen ölümü korkutmak dedikleri ne haldir? Lakin şimdi şimdi idrak edebiliyorum ölümü öldürmek dedikleri hali. Bazıları ölmüyor, bazıları gitmiyor ve göçmüyor bu fani âlemden. Sadece bir tebdil-i mekân… Ve bunu bilen insan kimsesiz de değildir bu dünyada. Belki yalnız yaşar ama kimsesiz olmaz asla. Demem o ki bu dünya bizim değilse de biz de bu âlemde kimsesiz değiliz kâri, kimsesiz olamayız, kimsesiz kalamayız ve olmamalıyız da. Belki ve en fazla yalnızız biz ve yalnızlık, yalnız olmak ve yalnız kalmak övünülecek bir hal gibi geliyor bana. Yani yalnız olmak kimsesiz olmak demek değil. Zira yanında bir insan olmayana yalnız derler, doğru ama kimsesiz olan gönlünde iman olmayandır. Arayıp da bulamayan ve aramaktan cayandır kimsesiz olan.
Biz bu dünyaya sahip olmaya gelmedik ve öyle bir istidadımız da yok zaten. En fazla ve belki şahit olmaktır bizim gücümüzün yeteceği. Daha fazlası dünya şarabıyla sarhoş olmuşların kendinden geçmiş halde attıkları naralardır. Ve mezarlıklar “dünya benim” diye naralar atan insanlarla dolu. Ama hiç birinin olmadı o.
“Gayri bu oyunun tadı kalmadı” diye söylediğini rivayet ederlerİsmail Dede Efendi’nin. Ölmeden evvel böyle söylemiş. Tadı kalmadı bu oyunun… Hiç tadı olmadı ki. Yaşamak haz almak, tat almak demek değil ki kanaatimce. Ve belki de hiçbir zaman öyle olmadı. En fazlası bir mecburiyet yaşamak…
Ve belki de Necip Fazıl üstadın dediği gibi söylemek lazım;
“Fazla ciddiye almayın dünyayı, nasıl olsa içinden canlı çıkamayacaksınız…”